İskat-ı Salât (Namaz Borcunu Düşürme) Meselesi
Çarş. Şub. 11, 2009 3:54 am
İskat-ı Salât (Namaz Borcunu Düşürme) Meselesi
Kazaya kalmış beş vakit
farz namazlarla vitir namazlarının bağışlanması umudu ile yapılan bir
sadaka verme işlemine "İskat-ı Salât" denilmektedir.
Şöyle ki: Mükellef bir insan, farz ve vitir namazlarını, ima ile dahi
olsa yerine getirmeye gücü olduğu halde, eda veya kazayı yapmaksızın
ölse, bunların düşürülmesi için (bunların manevî sorumluluğundan
kurtulması ümidi ile) bunlara karşı ödenmek üzere malının üçte birinden
harcama yapılmasını vasiyet etmesi gerekir. Buna göre ölünün geriye
bıraktığı malın üçte birinden namazlar için fidye (bedel) verilir.
Böylece bağışlanması için Yüce Allah'a dua edilir.
İskat-ı Salât (namazların düşürülmesi) için vasiyette bulunmamış olan
bir ölünün velisi (varislerinden biri) tarafından bağış yolu ile
verilecek bir mal ile de, bu "İskat" işlemi yapılabilir. Ölünün bu
yüzden bağışlanması Allah'ın rahmetinden umulur.
Yabancı bir kimse tarafından yapılacak böyle bir bağışın bu konuda
yeterli olup olmadığı üzerinde ihtilaf vardır. Her halde, yabancı bir
kimse tarafından ölü adına verilecek sadakadan da ölüye sevap ulaşır.
Bir kimse hastalığı sırasında kazaya kalmış namazlarını düşürmek için
fidye ve sadaka veremez. Çünkü bunları kaza etmesi ihtimali vardır.
Vereceği bu fidye hiç bir zaman namaz yerine geçemez. Fakat bu hastalık
halindeki namazlarını kaza etmek fırsatını bulamayacağını düşünerek
vasiyette bulunsa, bu vasiyeti ölümünde, varisi varsa bırakmış olduğu
malın üçte birinden, varisi yoksa malının tamamından (İskat-ı Salât
olarak) yerine getirilir.
İskat-ı salât için ölünün miladi yıl olarak hayatı esas alınır. Şöyle
ki: Ölü erkek ise on iki, kadın ise dokuz yaşından sonraki yaşadığı yıl
hesab edilir. Bu zaman içinde namazlarını kılmış olsa dahi, bunların
kılınmasında noksanlar bulunacağı düşüncesi ile bütün bu müddet
içindeki namazları için fidye verilmesi tercih edilir. Örnek: Ölen bir
erkeğin ömrü yetmiş yıl olsa, bunun elli sekiz senesi için her namaz
karşılığında bir fitre miktarı fidye verilir.
Namaz fidyesi için ayrılan para, ömre göre hesap edilen namazların
karşılığı olarak yetmediği takdirde, bu para çoğunlukla on fakire devir
şeklinde verilebilir.
Örnek: Altmış iki yaşında ölen bir kimsenin elli senelik hayatı için
devir yapılmak istense, fitre elli kuruş olduğu kabul edilerek
namazların iskatı için de doksan lira ayrılmış bulunsa, bir aylık devir
yapılır. Şöyle ki: Vitir namazı dahil, bir aylık namaz, otuz gün
itibarı ile yüz seksen vakit eder. Bunun fidyesi de, elli kuruş fitre
üzerinden doksan lira eder.
Elli senede ise, altı yüz ay vardır. Bu durumda bu doksan lira on
fakire veya birkaç birkaç fakire altı yüz defa devredilir. Eğer bu
ayrılan para iki misline (180 liraya) çıkarılmış olursa, üç yüz defa
devir yeterli olur. Eğer ayrılan para kırk beş lira olursa, o zaman bin
iki yüz defa devir gerekir. Böylece devir sayısı, ayrılan paranın
miktarına göre değişir. Fidyenin devri yapılırken acele etmemelidir.
Usulüne göre alıp verilmelidir. Şöyle ki: ölünün mükellef olan varisi
(velisi), fidyeyi fakire verirken "Falan oğlu falanın namaz kefareti
olmak üzere bunu al." deyip gerçekte fakire ait olarak bu parayı
vermelidir. Fakir de: "Bunu kabul ettim," deyip aldıktan sonra kendi
rızası ile veliye hibe ve teslim etmelidir. Veli de hibeyi kabul edip
aldıktan sonra yine bu şekil üzere o fakire veya başka bir fakire
vererek kazaya kalan namazları karşılayıncaya kadar devir yapılıp
bitirilmelidir.
Böyle bir paranın fakire bağışlanması, fakirin de şefkat duygusunu
göstererek bunu bağışlayana hibe etmesi, geçmişi düzeltmeye gücü
kalmamış olan din kardeşinin manevî sorumluluğunu azaltmak gibi, çok
hayırlı bir maksada yönelik bulunduğundan, bu işlem büyük bir merhamet
ve kardeşlik alametidir. Din kardeşleri arasındaki vefakarlık görevi
unutulmamalıdır.
İhtilaftan kurtulmak için devir işlemini velinin kendisi yapmalıdır.
Bunu kendisi yapamazsa, yerine başka bir kimseyi tam bir yetki ile
vekil tayin etmelidir. Artık vekil olan kimse o parayı veli adına
fakire vermeli ve o parayı veli adına fakirden bir aracı sıfatı ile o
parayı hibe olarak kabul eylemelidir. Böyle olmazsa, o şahsın bu parayı
başkasının mülkiyetine geçirmeye ve veli adına mülk edinmeye yetkisi
olamaz.
Yabancının da ölü adına bağış yolu ile namaz için fidye verebileceğine
inanan bazı fıkıh alimlerine göre ise, böyle devamlı bir vekalet
alınmasına gerek yoktur. Başlangıçta fidyeyi vermeye veli tarafından
vekalet verilen kimse bunu başkasının mülkiyetine geçirir ve fakirin de
kendisine yapılan hibesini kabul ederek bunu kendi tarafından ölü adına
fakire tekrar temlik eder (mülkiyetine geçirir). Bununla beraber
birinci görüş tercih edilmiştir. Devirden sonra velinin veya vekilin
eline hibe yolu ile gelen paradan, kendileri ile devir yapılan
fakirlere, kalplerini hoş tutmak için bir miktar verilir. Geriye bir
miktar kalırsa, o da başka fakirlere sadaka olarak verilir.
Eğer bu para yerine mücevherattan bir şey konulmuş olursa, bunun kıymeti üzerinden sadaka verme işlemi yapılır.
Namaz fidyesinden sonra oruç kefareti, sonra kurban kefareti, sonra
yemin kefareti için tekrar devir yapılır. Bir nafile olarak başlanıp da
bozulduktan sonra kaza edilmemiş namazlar, adanmış olup da getirilmemiş
adak namazlar ve kurbanlar için de bir miktar devir yapılır. Hatta
yapılmamış tilavet secdesi de bir vakit namaz sayılarak bundan dolayı
da fidye verilir. Namaz fidyesinin tümünü bir fakire bir günde vermek
caizdir. Fakat oruç ve yemin kefaretleri böyle değildir. Bu fidyeler
bir günde bir şahsa toptan verilemez. (Oruç ve yemin keffareti bölümüne
bakılsın.)
Namaz fidyesinin vasiyet edilmesi, bunun varisler tarafından bağış yolu
ile yapılmasından daha iyidir. Bir de bu fidye, daha ölü gömülmeden
yapılmalıdır. Uygun olan budur. Bununla beraber gömüldükten sonra
yapılması da caizdir. Ölünün velisi, ölü adına kazaya kalmış
namazlarını kılamaz, oruçlarını tutamaz. Fakat bu gibi ibadetlerin
sevabından ölmüş bir müslümana hediye yapılabilir. Ölünün bundan
faydalanacağı Allah'ın ihsanından beklenir.
İma ile de namaz kılamayan bir hasta, bu hal üzere ölse, bu hastalığı
müddeti içinde kılamamış olduğu namazlar için vasiyet etmesi gerekmez.
Çünkü bunları kaza etmekten sorumlu olacağı bir zamana ermemiştir.
Bunun için bu namazlar, üzerine ödenmesi gereken bir borç olmamıştır.
Bundan dolayı fidye verilmesi yoluna gidilmez.
Namaz için fidye vermeye dair açık bir delil ve icma yoktur. Bu usul,
delil ile sabit olan oruç fidyesine kıyas yolu ile de kabul edilmiş
değildir. Bu bir ihtiyat işidir. Hanefî müctehidleri bunu güzel
görmüşlerdir. Bunun kazaya kalmış namazlar yerine geçeceği kesin olarak
ileri sürülemez. Ancak böyle bir fidye vasiyeti, bir pişmanlık
eseridir, bir istiğfar nişanıdır.
Bunun varis tarafından bağış yolu ile yapılması da, bir şefkat ve
hayırseverlik alametidir. Kaza için de bir imkan kalmamıştır. Bu yönden
bu Fidyenin kabulü Yüce Allah'ın rahmetinden umulmaktadır. Bunun için
bu usul, bazılarının sandığı gibi, sonradan İmam Birgivî merhum
tarafından ileri sürülmüş bir şey değildir. Doğrusu şudur ki, bu mesele
Hanefî mezhebi üzere yazılmış en eski kitablarda da bu şekilde
mevcuttur. Deniliyor ki: Fidye ile oruç borcunun düşeceği üzerinde nass
(kesin delil) vardır.
Namaz da, Hanefî fıkıh alimlerinin istihsan görüşlerine göre oruç
gibidir, oruçtan daha önemlidir. Bunun için kaza edilmesine imkan
kalmamış olan namazlardan dolayı da fidye verilerek Yüce Allah'ın
mağfiretine sığınmak, ihtiyatî bir iş olarak uygundur. İmam Muhammed
El-Şeybanî (Allah ona rahmet etsin) Ziyadat adlı kitabında "Namaz
fidyesi" İnşallahü teala kifayet eder, demiştir. Demek ki, bunun afv ve
mağfirete bir vesile olacağı Yüce Allah'tan umuluyor. Yoksa bunun
üzerinde kesin bir delil yoktur. Eğer bu fidyenin namazlara kifayet
edeceği kesin bir delile veya kıyasa dayansaydı, böyle Allah'ın
dilemesi şeklinde söz söylenmezdi.
Fahrül-İslam Pezdevi'nun Usul kitabında şöyle deniliyor: Namaz hakkında
fidyenin cevazına (yeterli olacağına), oruç hakkında hükmettiğimiz gibi
hüküm veremeyiz. Ancak namaz hakkında fidyenin lütfen kabulünü Allah
tarafından bir ihsan olarak isteriz. İbn'ül-Hümam gibi, içtihat
derecesini kazanmış bir zatın da, Fethu'l-Kadir'deki ifadesine göre
namaz, Hanefî imamlarının istihsanı ile oruç gibidir. Madem ki oruç ile
fidye vermek, yemek yedirmek arasında bir denklik şeriatça sabit
olmuştur. Buna göre bu denklik namaz ile fidye arasında da sabit
olabilir. Eğer böyle bir denklik varsa, netice elde edilmiş olur.
Değilse, namaz için fidye bir iyilik ve ihsandan ibaret kalır, iyilik
ve ihsan ise, günahları giderir. Bir ayeti kerimede buyrulmuştur."İyilikler kötülükleri siler." (Hud: 114).
Fıkıh kitablarımızdan Kuhüstanî'de şöyle deniliyor: "Eğer ölü, namaz
için fidye verilmesini vasiyet etmemiş ise, velisinin bağış yapması
caizdir. Bunun müstahsen bir iş olduğu görüşünde ayrılık yoktur. Bunun
sevabı ölüye ulaşır."
Doğrusu, hiç bir zaman namaz fidyesi ile namaz borçlarımızın ödenmiş
olacağını ileri süremeyiz. Fakat acizane verilecek sadakalardan dolayı
da, Allah'ın ihsanına ulaşmaktan ümidimizi kesmeyiz. Hiç bir hayır ve
iyilik Allah yanında boşa gitmez. Verilen sadakalardan ve yapılan
vakıflardan dolayı müminin amel defterine daima sevab yazılır durur.
Bir ölü vasiyet etmediği takdirde, onun varisleri, geriye bırakmış
olduğu maldan fidye vermek zorunda değildir. Hele varisler fakir
bulunurlarsa, bir gelenek ve iyilik düşüncesi ile bu fakir varisleri
fidye vermeye yöneltmek uygun olmaz. Bilhassa varisler arasında
çocuklar ve yetimler bulunursa, bunların hisselerinden fidye verilmesi
asla caiz olmaz.
Bir de kendileri ile devir yapılacak fakirler arasında çocuk, bunak,
deli, zengin ve gayri müslim bulunmamalıdır. Bu hususlara dikkat
etmelidir.
Kaynak: Büyük İslam ilmihali. Ömer Nasuhi BİLMEN
Kazaya kalmış beş vakit
farz namazlarla vitir namazlarının bağışlanması umudu ile yapılan bir
sadaka verme işlemine "İskat-ı Salât" denilmektedir.
Şöyle ki: Mükellef bir insan, farz ve vitir namazlarını, ima ile dahi
olsa yerine getirmeye gücü olduğu halde, eda veya kazayı yapmaksızın
ölse, bunların düşürülmesi için (bunların manevî sorumluluğundan
kurtulması ümidi ile) bunlara karşı ödenmek üzere malının üçte birinden
harcama yapılmasını vasiyet etmesi gerekir. Buna göre ölünün geriye
bıraktığı malın üçte birinden namazlar için fidye (bedel) verilir.
Böylece bağışlanması için Yüce Allah'a dua edilir.
İskat-ı Salât (namazların düşürülmesi) için vasiyette bulunmamış olan
bir ölünün velisi (varislerinden biri) tarafından bağış yolu ile
verilecek bir mal ile de, bu "İskat" işlemi yapılabilir. Ölünün bu
yüzden bağışlanması Allah'ın rahmetinden umulur.
Yabancı bir kimse tarafından yapılacak böyle bir bağışın bu konuda
yeterli olup olmadığı üzerinde ihtilaf vardır. Her halde, yabancı bir
kimse tarafından ölü adına verilecek sadakadan da ölüye sevap ulaşır.
Bir kimse hastalığı sırasında kazaya kalmış namazlarını düşürmek için
fidye ve sadaka veremez. Çünkü bunları kaza etmesi ihtimali vardır.
Vereceği bu fidye hiç bir zaman namaz yerine geçemez. Fakat bu hastalık
halindeki namazlarını kaza etmek fırsatını bulamayacağını düşünerek
vasiyette bulunsa, bu vasiyeti ölümünde, varisi varsa bırakmış olduğu
malın üçte birinden, varisi yoksa malının tamamından (İskat-ı Salât
olarak) yerine getirilir.
İskat-ı salât için ölünün miladi yıl olarak hayatı esas alınır. Şöyle
ki: Ölü erkek ise on iki, kadın ise dokuz yaşından sonraki yaşadığı yıl
hesab edilir. Bu zaman içinde namazlarını kılmış olsa dahi, bunların
kılınmasında noksanlar bulunacağı düşüncesi ile bütün bu müddet
içindeki namazları için fidye verilmesi tercih edilir. Örnek: Ölen bir
erkeğin ömrü yetmiş yıl olsa, bunun elli sekiz senesi için her namaz
karşılığında bir fitre miktarı fidye verilir.
Namaz fidyesi için ayrılan para, ömre göre hesap edilen namazların
karşılığı olarak yetmediği takdirde, bu para çoğunlukla on fakire devir
şeklinde verilebilir.
Örnek: Altmış iki yaşında ölen bir kimsenin elli senelik hayatı için
devir yapılmak istense, fitre elli kuruş olduğu kabul edilerek
namazların iskatı için de doksan lira ayrılmış bulunsa, bir aylık devir
yapılır. Şöyle ki: Vitir namazı dahil, bir aylık namaz, otuz gün
itibarı ile yüz seksen vakit eder. Bunun fidyesi de, elli kuruş fitre
üzerinden doksan lira eder.
Elli senede ise, altı yüz ay vardır. Bu durumda bu doksan lira on
fakire veya birkaç birkaç fakire altı yüz defa devredilir. Eğer bu
ayrılan para iki misline (180 liraya) çıkarılmış olursa, üç yüz defa
devir yeterli olur. Eğer ayrılan para kırk beş lira olursa, o zaman bin
iki yüz defa devir gerekir. Böylece devir sayısı, ayrılan paranın
miktarına göre değişir. Fidyenin devri yapılırken acele etmemelidir.
Usulüne göre alıp verilmelidir. Şöyle ki: ölünün mükellef olan varisi
(velisi), fidyeyi fakire verirken "Falan oğlu falanın namaz kefareti
olmak üzere bunu al." deyip gerçekte fakire ait olarak bu parayı
vermelidir. Fakir de: "Bunu kabul ettim," deyip aldıktan sonra kendi
rızası ile veliye hibe ve teslim etmelidir. Veli de hibeyi kabul edip
aldıktan sonra yine bu şekil üzere o fakire veya başka bir fakire
vererek kazaya kalan namazları karşılayıncaya kadar devir yapılıp
bitirilmelidir.
Böyle bir paranın fakire bağışlanması, fakirin de şefkat duygusunu
göstererek bunu bağışlayana hibe etmesi, geçmişi düzeltmeye gücü
kalmamış olan din kardeşinin manevî sorumluluğunu azaltmak gibi, çok
hayırlı bir maksada yönelik bulunduğundan, bu işlem büyük bir merhamet
ve kardeşlik alametidir. Din kardeşleri arasındaki vefakarlık görevi
unutulmamalıdır.
İhtilaftan kurtulmak için devir işlemini velinin kendisi yapmalıdır.
Bunu kendisi yapamazsa, yerine başka bir kimseyi tam bir yetki ile
vekil tayin etmelidir. Artık vekil olan kimse o parayı veli adına
fakire vermeli ve o parayı veli adına fakirden bir aracı sıfatı ile o
parayı hibe olarak kabul eylemelidir. Böyle olmazsa, o şahsın bu parayı
başkasının mülkiyetine geçirmeye ve veli adına mülk edinmeye yetkisi
olamaz.
Yabancının da ölü adına bağış yolu ile namaz için fidye verebileceğine
inanan bazı fıkıh alimlerine göre ise, böyle devamlı bir vekalet
alınmasına gerek yoktur. Başlangıçta fidyeyi vermeye veli tarafından
vekalet verilen kimse bunu başkasının mülkiyetine geçirir ve fakirin de
kendisine yapılan hibesini kabul ederek bunu kendi tarafından ölü adına
fakire tekrar temlik eder (mülkiyetine geçirir). Bununla beraber
birinci görüş tercih edilmiştir. Devirden sonra velinin veya vekilin
eline hibe yolu ile gelen paradan, kendileri ile devir yapılan
fakirlere, kalplerini hoş tutmak için bir miktar verilir. Geriye bir
miktar kalırsa, o da başka fakirlere sadaka olarak verilir.
Eğer bu para yerine mücevherattan bir şey konulmuş olursa, bunun kıymeti üzerinden sadaka verme işlemi yapılır.
Namaz fidyesinden sonra oruç kefareti, sonra kurban kefareti, sonra
yemin kefareti için tekrar devir yapılır. Bir nafile olarak başlanıp da
bozulduktan sonra kaza edilmemiş namazlar, adanmış olup da getirilmemiş
adak namazlar ve kurbanlar için de bir miktar devir yapılır. Hatta
yapılmamış tilavet secdesi de bir vakit namaz sayılarak bundan dolayı
da fidye verilir. Namaz fidyesinin tümünü bir fakire bir günde vermek
caizdir. Fakat oruç ve yemin kefaretleri böyle değildir. Bu fidyeler
bir günde bir şahsa toptan verilemez. (Oruç ve yemin keffareti bölümüne
bakılsın.)
Namaz fidyesinin vasiyet edilmesi, bunun varisler tarafından bağış yolu
ile yapılmasından daha iyidir. Bir de bu fidye, daha ölü gömülmeden
yapılmalıdır. Uygun olan budur. Bununla beraber gömüldükten sonra
yapılması da caizdir. Ölünün velisi, ölü adına kazaya kalmış
namazlarını kılamaz, oruçlarını tutamaz. Fakat bu gibi ibadetlerin
sevabından ölmüş bir müslümana hediye yapılabilir. Ölünün bundan
faydalanacağı Allah'ın ihsanından beklenir.
İma ile de namaz kılamayan bir hasta, bu hal üzere ölse, bu hastalığı
müddeti içinde kılamamış olduğu namazlar için vasiyet etmesi gerekmez.
Çünkü bunları kaza etmekten sorumlu olacağı bir zamana ermemiştir.
Bunun için bu namazlar, üzerine ödenmesi gereken bir borç olmamıştır.
Bundan dolayı fidye verilmesi yoluna gidilmez.
Namaz için fidye vermeye dair açık bir delil ve icma yoktur. Bu usul,
delil ile sabit olan oruç fidyesine kıyas yolu ile de kabul edilmiş
değildir. Bu bir ihtiyat işidir. Hanefî müctehidleri bunu güzel
görmüşlerdir. Bunun kazaya kalmış namazlar yerine geçeceği kesin olarak
ileri sürülemez. Ancak böyle bir fidye vasiyeti, bir pişmanlık
eseridir, bir istiğfar nişanıdır.
Bunun varis tarafından bağış yolu ile yapılması da, bir şefkat ve
hayırseverlik alametidir. Kaza için de bir imkan kalmamıştır. Bu yönden
bu Fidyenin kabulü Yüce Allah'ın rahmetinden umulmaktadır. Bunun için
bu usul, bazılarının sandığı gibi, sonradan İmam Birgivî merhum
tarafından ileri sürülmüş bir şey değildir. Doğrusu şudur ki, bu mesele
Hanefî mezhebi üzere yazılmış en eski kitablarda da bu şekilde
mevcuttur. Deniliyor ki: Fidye ile oruç borcunun düşeceği üzerinde nass
(kesin delil) vardır.
Namaz da, Hanefî fıkıh alimlerinin istihsan görüşlerine göre oruç
gibidir, oruçtan daha önemlidir. Bunun için kaza edilmesine imkan
kalmamış olan namazlardan dolayı da fidye verilerek Yüce Allah'ın
mağfiretine sığınmak, ihtiyatî bir iş olarak uygundur. İmam Muhammed
El-Şeybanî (Allah ona rahmet etsin) Ziyadat adlı kitabında "Namaz
fidyesi" İnşallahü teala kifayet eder, demiştir. Demek ki, bunun afv ve
mağfirete bir vesile olacağı Yüce Allah'tan umuluyor. Yoksa bunun
üzerinde kesin bir delil yoktur. Eğer bu fidyenin namazlara kifayet
edeceği kesin bir delile veya kıyasa dayansaydı, böyle Allah'ın
dilemesi şeklinde söz söylenmezdi.
Fahrül-İslam Pezdevi'nun Usul kitabında şöyle deniliyor: Namaz hakkında
fidyenin cevazına (yeterli olacağına), oruç hakkında hükmettiğimiz gibi
hüküm veremeyiz. Ancak namaz hakkında fidyenin lütfen kabulünü Allah
tarafından bir ihsan olarak isteriz. İbn'ül-Hümam gibi, içtihat
derecesini kazanmış bir zatın da, Fethu'l-Kadir'deki ifadesine göre
namaz, Hanefî imamlarının istihsanı ile oruç gibidir. Madem ki oruç ile
fidye vermek, yemek yedirmek arasında bir denklik şeriatça sabit
olmuştur. Buna göre bu denklik namaz ile fidye arasında da sabit
olabilir. Eğer böyle bir denklik varsa, netice elde edilmiş olur.
Değilse, namaz için fidye bir iyilik ve ihsandan ibaret kalır, iyilik
ve ihsan ise, günahları giderir. Bir ayeti kerimede buyrulmuştur."İyilikler kötülükleri siler." (Hud: 114).
Fıkıh kitablarımızdan Kuhüstanî'de şöyle deniliyor: "Eğer ölü, namaz
için fidye verilmesini vasiyet etmemiş ise, velisinin bağış yapması
caizdir. Bunun müstahsen bir iş olduğu görüşünde ayrılık yoktur. Bunun
sevabı ölüye ulaşır."
Doğrusu, hiç bir zaman namaz fidyesi ile namaz borçlarımızın ödenmiş
olacağını ileri süremeyiz. Fakat acizane verilecek sadakalardan dolayı
da, Allah'ın ihsanına ulaşmaktan ümidimizi kesmeyiz. Hiç bir hayır ve
iyilik Allah yanında boşa gitmez. Verilen sadakalardan ve yapılan
vakıflardan dolayı müminin amel defterine daima sevab yazılır durur.
Bir ölü vasiyet etmediği takdirde, onun varisleri, geriye bırakmış
olduğu maldan fidye vermek zorunda değildir. Hele varisler fakir
bulunurlarsa, bir gelenek ve iyilik düşüncesi ile bu fakir varisleri
fidye vermeye yöneltmek uygun olmaz. Bilhassa varisler arasında
çocuklar ve yetimler bulunursa, bunların hisselerinden fidye verilmesi
asla caiz olmaz.
Bir de kendileri ile devir yapılacak fakirler arasında çocuk, bunak,
deli, zengin ve gayri müslim bulunmamalıdır. Bu hususlara dikkat
etmelidir.
Kaynak: Büyük İslam ilmihali. Ömer Nasuhi BİLMEN
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz