Muradiye Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Aşağa gitmek
Detone
Detone

18 Mart Çanakkale Zaferi ! 1210
Erkek Terazi
Sıçan
Mesaj Sayısı : 2807
Doğum tarihi : 24/09/84
Yaş : 39
Nerden : IstanßuL [DøqußєyαzıтLı]
İş/Hobi : RECEPTION /FutßoL Müziq Araßa
İleti : IrGaT
Bilgi :
Muradiye Forum Bilgi Paylaşım PlatformuUyarı : 18 Mart Çanakkale Zaferi ! 111010
Rep Gücü : 0
Rep Puan : 0
Kayıt tarihi : 03/11/08
http://WwW.MuradiyeForum.Net

18 Mart Çanakkale Zaferi ! Empty 18 Mart Çanakkale Zaferi !

Ptsi Şub. 09, 2009 2:48 am
18 Mart Çanakkale Zaferi ! Canakkalesavasql1
18 Mart Çanakkale Zaferi ! Canakkalesavasql1.c5100cb1eb

3 Kasım 1914
ve 18 Mart 1915 tarihleri arasında Çanakkale Boğazı'nda cereyan eden
bir seri deniz savaşlarıyla Gelibolu Yarımadası'nda 25 Nisan 1915 - 8/9
Ocak 1916 tarihleri arasında yapılan kara savaşları, Türk tarihinin en
şerefli sayfalarını dolduran birer zafer destanıdır.

Çanakkale Zaferini, büyük Türk Ulusuna, ****** gibi dahi bir lider
hediye etmiştir. Türk bağımsızlık savaşının temelleri, Çanakkale'nin
sularında, Conkbayırı'nda ve Anafartalar'da atılmış, bu zaferler Türk
Kurtuluş Savaşına maya çalmıştır.

Türk Ulusu; İstanbul'u kurtaran Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal
Paşayı Çanakkale'den tanımış; 19 Mayıs 1919'da O, Samsun'a çıktığı gün
Suriye ve Filistin cephelerinden terhis olarak Anadolu'ya dönen Türk
halkı, "bu benim kahraman komutanımdı" diyerek O'nun etrafında
kenetlenip İstiklal Savaşı'na katılmıştır.

Türk Ulusu ve dünya O'nu böylece tanırken, O da Conkbayırı'nın,
Kocaçimen'in, kan deryası can pazarında ulusunun ve Türk askerinin asıl
cevherini yakından tanıyarak daha sonra girişeceği Bağımsızlık Savaşını
kesin zaferle sonuçlandıracağı kanaatini daha o zamandan edinmiştir. 18
Mart zaferi kazanılmasaydı, düşman donanması, daha 1915'in Mart ayında
İstanbul'a girerek Osmanlı İmparatorluğu'nu çökertebilecekti.

Çanakkale Boğazı'nı denizden aşıp İstanbul'a giremeyen İtilaf
Devletleri, 25 Nisan 1915'ten başlayarak 8-9 Ocak 1916'ya kadar süren
Çanakkale kara savaşlarında Mustafa Kemal tarafından durdurulamasaydı,
Birinci Dünya Savaşında Çarlık Rusyası en kısa yoldan müttefiklerinin
yardımlarına kavuşacağı için yıkılmayacak, muhtemelen Ekim 1917
Bolşevik İhtilali de olmayabilecekti. Bu durumda Almanya'nın yenilgisi
hızlanacak ve 1. Dünya Savaşı belki de 1915'te sona erecekti. Çanakkale
Zaferi; harbin 4 yıl sürmesine, üç imparatorluğun (Osmanlı, Çarlık ve
Avusturya/Macaristan İmparatorlukları) tarih sahnesinden silinmesine
neden olmuştur. Gelibolu Yarımadası'nda düşmana kesin darbeler vurarak
onları yenilgiye uğratan Alb. Mustafa Kemal'in Anafartalar tepesinde
yaktığı zafer meşalesi, Kurtuluş savaşımızın da yolunu aydınlatmıştır.

Böylece 18 Mart deniz zaferimizi taçlandıran 25 Nisandan sonraki kara
savaşlarında, Mustafa Kemal'in etkin liderliği sayesinde kazanılan
zaferlerin, ulusal tarihimize ve dünya tarihine yön veren etkin rolünü
yukarda belirtilen noktalarda toplamak mümkündür.



18 MART 1915 ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞI VE ÖNCESİ

Boğaz savunması, girişten itibaren "Dış-Orta-İç Tabyalar" olmak üzere
üç savunma grubu halinde tertiplenmişti. Boğaz kıyıları boyunca 20
tabyamızda, çoğunluğu kısa menzilli ve eski model, 170 adet top
mevzilendirilmişti. İtilaf Devletlerinin savaş gemilerinde çoğunluğu
büyük çaplı uzun menzilli 247 adet en modern toplar bulunmaktaydı.


İtilaf Devletlerinin Akdeniz Başkomutanı Amiral Carden, Boğazı
geçerek İstanbul'a girmek için üç aşamalı saldırı planı yapmıştı.
İstanbul'a bir ay içinde ulaşacağını hesaplamıştı. Plan gereğince, 3
Kasım 1914 günü 7 zırhlı ile Boğaza bir keşif taarruzu yaptı. Girişteki
tabyalarımız zarar gördü. İkinci saldırıyı 19-25 Şubat 1915 tarihleri
arasında 7 gün süreyle devam ettirdi. Türk topçusunun atış menzili
dışından yapılan bombardımanlar etkili oldu. 19 topumuz ve Boğaz
girişindeki tabyalarımız kullanılamaz hale geldi. 26 Şubat günü düşman
donanması Boğaza girdi orta kesimdeki tabyalar 8 saat süreyle
kesintisiz bombardımana tabi tutulup sarsıldı. Bu başarılar üzerine
Amiral Carden, Londra'ya çektiği bir telgrafta, 14 gün içerisinde
İstanbul'a ulaşabileceğini müjdeliyordu. Amiral, hazırlıklarını
tamamlamaktaydı. Son darbe 18 Martta indirilecekti. Ne var ki, kağıt
üzerinde yapılan bu savaş planında, Türk'ün kahramanlığı ve savaş azmi
hesaba katılmadığı için evdeki hesap çarşıya uymayacaktı.

18 MART 1915 GÜNÜ SAVAŞI

18 Mart günü, bundan 85 yıl önce, Çanakkale'de ufukları ümit ve
zafer neşesi kaplayan bir gün daha doğdu. İtilaf Donanması 18 savaş
gemisiyle saat 10.00'da boğazı yarıp geçmek üzere girmeye başladılar.
İlk ateşi TRIUMPH zırhlısı, Çanakkale'ye 12 Km. mesafedeyken saat
11.15'te açtı. Savunma planımıza göre, gemiler topçularımızın ateş
menziline girinceye kadar pusuda bekleyecek ve baskın tarzında ateş
açılacaktı. Nitekim böyle yapıldı. Düşman; yaklaştıkça, topçularımızın
giderek yoğunlaşan isabetli atışlarıyla karşılaşıyordu. Saat 12.00'ye
geldiğinde orta kesimdeki 3 tabyamız ağır hasar almış, ama ayakta kalan
diğer topçularımızın hedefini şaşmayan mermileri AGAMENNON zırhlısının
çelik yeleğini parçalamış, INFLEXIBLE zırhlısının komuta köprüsü
uçurulmuş ve bu arada düşman donanması Çanakkale'ye 7 Km. kadar
sokulmayı başarmıştı. Savaşın en şiddetli anları yaşanıyordu. Türk
topçuları Boğazı cehenneme çeviriyor, düşman zırhlıları da kıyı
şeridindeki mevzilerimizi hallaç pamuğu gibi atıyor, kıran kırana bir
savaş oluyordu.

Bu sırada Fransız GAULOIS zırhlısı aldığı ağır yaralarla saf dışı
kalmış, BOUVET zırhlısı yırtılan çelik gömleğini yenilemek üzere geriye
kaçarken, bir gece önce Dz. Yzb. Hakkı'nın NUSRET mayın gemisiyle
boğaza döşediği mayınlara çarparak 639 personeli ile birlikte karanlık
limanın sularına gömülerek kayboluyordu. BOUVET'in imdadına koşan
SUFFREN ve GAULOIS da aynı akıbete uğramıştır. Saat 15.00'te
IRRESISTIBLE ve onu takiben 16.00'da INFLEXIBLE ve 10 dakika sonra
OCEAN zırhlıları, tam ileri atılacaklarken onların da ayakları Yzb.
Hakkı'nın tuzağına takılarak batarken, INFLEXIBLE güçlükle kurtularak
römorkör yedeğinde İmroz'a dönüyordu. Böylece 6 saatte 3 büyük
zırhlısını kaybeden, bir bu kadarı da ağır hasara uğrayan gemilerini
acıyla seyreden Amiral De ROBECK, kalanları kurtarabilme telaşıyla saat
17.30'da boynu bükük çekilme emrini veriyordu.


Detone
Detone

18 Mart Çanakkale Zaferi ! 1210
Erkek Terazi
Sıçan
Mesaj Sayısı : 2807
Doğum tarihi : 24/09/84
Yaş : 39
Nerden : IstanßuL [DøqußєyαzıтLı]
İş/Hobi : RECEPTION /FutßoL Müziq Araßa
İleti : IrGaT
Bilgi :
Muradiye Forum Bilgi Paylaşım PlatformuUyarı : 18 Mart Çanakkale Zaferi ! 111010
Rep Gücü : 0
Rep Puan : 0
Kayıt tarihi : 03/11/08
http://WwW.MuradiyeForum.Net

18 Mart Çanakkale Zaferi ! Empty Geri: 18 Mart Çanakkale Zaferi !

Ptsi Şub. 09, 2009 2:48 am
ÇANAKKALE ZAFERİ

Çanakkale Savaşı yalnız bizim tarihimizin değil yakın dünya
tarihinin en önemli savaşlarından biridir. Çanakkale Boğazı'nı savaş
gemileriyle zorlayarak aşma, böylece İstanbul'a kavuşma isteği Avrupa
büyük devletlerinin öteden beri özlemidir.

1914 yılında I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla İtilaf devletleri bu
isteklerini gerçekleştirme fırsatının doğduğuna inandılar. Bu inançla
İngiltere ve Fransa işbirliği yaparak 3 Kasım 1914 günü alacakaranlıkta
Bozcaada'dan Boğaz'ın ağzına doğru yaklaştılar. Buradan
istihkamlarımıza doğru ateş açtılar, İngilizler Seddülbahir ve Ertuğrul
tabyalarını, Fransızlar da Anadolu yakasında Kumkale ve Orhaniye
tabyalarını havan topu ile dövdüler. Cephaneliğimize isabet eden top
mermisiyle on bir ton barut havaya uçtu, subay ve erlerimiz şehit
düştü, İngiliz Donanma Komutanı Amiral Carden Çanakkale önlerinde
gösteriler yaptı, düşman denizaltıları boğazı geçmeye kalktılar.

24 Kasım 1914 günü bir Fransız denizaltısı Boğaz sularında görüldü. bu
denizaltıyı gören topçularımız düşman üstüne ateş yağdırmaya başladı. 2
Aralık günü İngiliz denizaltısı da bir deneme yaptı. Derinden engelleri
aşarak Boğaz'a girdi. Yediyüzelli metre ilerde bulunan Mesudiye
zırhlısına torpil atarak bu gemimizi batırdı. Zırhlımızda bulunan
subaylardan on'u ve erlerimizden yirmi dördü şehit düştü.

19 Şubat 1915 günü düşman savaş gemileri öğleye kadar uzun menzilli bir
bombardımana girişti. Boğaz'a iyice sokuldular. Tabyalarımız akşama
doğru düşman savaş gemilerine karşılık verdi. Ertuğrul ve Orhaniye
tabyalarından atılan ateş karşısında düşman oldukça bocaladı.

İtilaf devletleri gemileri diledikleri gibi ilerleyemiyor, amaçlarına
ulaşamıyordu. Lodos fırtınasını başarısızlıklarının nedeni olarak
görüyorlardı. Havalar düzelince yeni saldırılar düzenlendi. Yine sonuç
alınamayınca düşman gemilerine komuta eden Amiral Carden görevden
alındı. Yerine 17 Mart 1915 günü Robeck atandı. Yeni komutan 18 Mart
1915 günü donan*mayla Boğaz'a saldıracağını, yakında İstanbul'da
olacağını Londra'ya bildirdi.

Bu arada Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Albay Cevat Çobanlı 17/18
Mart gecesi boğaz'a mayın hattı döşenmesi emrini verdi. Aldığı emir
gereği Binbaşı Nazmi Bey Nusret Mayın gemisi ile o gece yirmi altı
mayın, Boğaz'a on birinci hat olarak döşendi. Boğaz'daki mayın sayısı
on bir hat olarak 400'ü aşmıştı.

18 Mart 1915: İngiliz ve Fransız savaş gemilerinden oluşan, o dönemin
en büyük deniz gücü, üç filo olarak sabahleyin Çanakkale Boğazı'na
girdi. Bu donanmanın ilk grubunu oluşturan filoda, İngilizlerin Queen
Elizabeth zırhlısı ile İnflexible, Lord Nelson ve Agamemnon savaş
gemileri bulunuyordu.

İkinci grupta İngiliz Kalyon Kaptanı komutasında Ocean, İrresistible,
Wengeance Majestic gibi savaş gemileri yer almıştı. Üçüncü filo ise
Prince, Bouvet, Suffren gibi Fransız savaş gemilerinden oluşuyordu.

İngilizler ve Fransızlar zayıf Türk savunmasını kolayca susturarak
Boğaz'ı kolayca geçebileceklerim umuyorlardı. Bu umut ve güvenle 18
Mart 1915 günü düşman savaş gemileri şiddetli bir ateşe başladılar.
Rumeli Mecidiyesiyle merkez bataryaları şiddetli bir ateşe tutuldu.
Boğazdaki düşman gemileri Hamidiye istihkamlarına yüklendi. Bunu gören
Dardanos bataryaları ateşi üzerlerine çekmeye çalıştı. Az sonra, tüm
gemiler, Dardanos'a saldırdı. Dardanos tabyamız saldırılara şiddetle
karşı koydu. Bu arada Mesudiye tabyası da ateşe başlamıştı. Mesudiye
üzerine ateş açılınca Hamidiye onun yardımına koştu. Bu arada kıyı
bataryalarımız düşman üstüne ateş yağdırmaya başladılar. Bunalan düşman
kaçmak isterken topçu atışlarıyla karşılaşıyordu. Düşman gemilerine göz
açtırılmıyordu. Karşılıklı bu korkunç bombardıman bir saat kadar sürdü.
Bu karşılıklı bombardımanı bir yabancı yazar şöyle anlatıyor:

«İnsan manzarayı gözlerinin önünde canlandırabilir. Kaleler, toz duman
bulutları içinde kaybolmuşlarda Yıkıntıların arasından arada bir
alevler yükseliyordu. Gemiler, çevrelerinde fışkıran sayısız su
sütun*ları arasında yavaş yavaş hareket ediyorlar, bazen duman ve
serpintiler arasında iyice görünmez oluyorlardı. Tepelerden ateş eden
havan toplarının alevleri görülüyor, ağır toplar yer sarsıntıları gibi
gümbürdüyordu.»

Bombardıman sırasında Türk tabya ve bataryaları büyük zarar görmüştü.
Amiral Robeck Fransız gemilerini geri çekerek İngiliz savaş gemilerini
ileri sürdü. Tam bu sırada müthiş patlamalar oldu. Bouvet ve Suffren
savaş gemileri mayına çarparak sarsıldılar, manevra kabiliyetini
kaybettiler. Bir gece önce Nusret mayın gemisinin döşediği mayınlar
görevlerini yapmışlardı. Boğazın berrak sulan üzerinde bir dev gibi
yatan Bouvet ve Suffren'e tarihi Hamidiye bataryamızın keskin
nişancıları ateş açtılar. Çanakkale Geçilmez kitabının yazarı Alan
Moorehead olayı şöyle anlatıyor.

«Saat 13.45'de Suffren'in az gerisindeki Bouvet müthiş bir patla*mayla
sarsıldı. Güverteden göğe kesif bir duman yükseldi. Gittikçe hızlanarak
yana yattı, devrilip gözden kayboldu. Olayı görenlerden birinin
ifadesine göre «Bir tabak, suda nasıl kayıp giderse o da öylece kayıp
gitti.»

Türk tabyaları, Boğaz'ı geçmeye çalışan düşman gemilerine durmadan ateş
ettiler. Bu arada düşman Boğazdaki mayınları temizlemek için mayın
tarayıcılarını boğaza soktu. Tabyalarımız mayın tarayıcılarına ateş
açtılar. Açılan ateş yağmur gibi yağmaya başlayınca düşmanlar panik
içinde kaçtılar. Bu arada düşman savaş gemilerinden İnflexible,
İrressitible büyük hasar gördü. Batanlar oldu. Daha sonra Queen
Elisabeth ve Agamemnon yaralandı. İtilaf devletleri Çanakkale Boğazı'nı
denizden aşamadılar. Büyük kayıplar vererek: Çanakkale Boğazı'nın
geçilemeyeceğini öğrendiler.

İtilaf devletleri Çanakkale Boğazı'nın savaş gemileri ile aşamayınca bu
kez çıkarma yapmayı planladılar. Artık Çanakkale kara savaşları
başlı*yordu. Kara savaşında düşmanın nereden çıkarma yapabileceği
tartışıldı. Mustafa Kemal Kabatepe ve Seddülbahir'den, Alman komutan
Von Sanders ise Bolayır ve Anadolu yakasından çıkarma yapılabileceği
görüşündeydi. Alman komutanı Von Sanders'in görüşü ağır bastı, ve
askerler o yöreye yerleştirildi.

Düşman güçleri 25 Nisan 1918 sabahı Mustafa Kemal'in düşündüğü noktadan
saldırdı. 19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal Kocaçimen'de Conkbayır'da,
savaştı. Cephanesi biten askerlere:

— Süngü tak emrini verdi. Daha sonra ;
— «Ben size taarruz emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye
kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve başka komutanlar
geçebilir» dedi. Tarihin bu en büyük siper savaşı başlamıştı. Siperler
arası uzaklık sekiz on metre kadardı. Türk siperlerinden hiçbir asker
ayrılmıyordu. Şehit düşenlerin yeri hemen dolduruluyordu. Her adım
başına bir mermi düşüyor; toprak adeta tüterek kaynıyordu. Düşman
dalgalar halinde Conkbayır'a doğru ilerliyordu. Bu arada Mustafa Kemal,
Anafartalar Grup Komutanlığına atandı. Anafartalar Savaşı'nda düşmanın
attığı şarapnel misketi Mustafa Kemal'in göğsüne isabet etti. Ancak
cebindeki saate çarptığından bir şey olmadı.

Kısa sürede Türk ordusu her yerde büyük başarılar kazandı. Düşman
şaşkına döndü, bozguna uğradı. Çanakkale kara savaşlarının en önemli
cepheleri; Kumkale, Beşike, Bolayır, Seddülbahir, Anbumu, Kabatepe,
Conkbayırı ve Anafartalar'dır. 19 - 20 Aralıkta Anafartalar ve Arıburnu
cephesi, 8 - 9 Ocak'ta Seddülbahir düşmanlar tarafından boşaltıldı.
Böylece 1915 baharında parlak umutlarla karaya ayak basan birleşik
düşman ordusu 1916 kışında bozguna uğrayarak çekip gitti.

Çanakkale savaşlarında 250 binin üzerinde askerimiz şehit düştü. Düşman kayıpları ise bu rakamın üstündedir.

Çanakkale savaşlarının unutulmaz kahramanı, Anafartalar Grup Komutanı
Mustafa Kemal'in başarısı ilerde başlayacak Ulusal Kurtuluş
Savaşı'mızın kaynağı oldu.

Bağımsızlığımızı savunmak, yurt topraklarımızı korumak için yapılan
savaşlar kutsaldır. Çanakkale, Ulusal Kurtuluş Savaşımız kutsal destan
savaşlara birer örnektir.

SEVGİLİ ARKADAŞLAR!


Çanakkale Savaşları, yüzyılımızın en büyük savaşlarından
birisidir. Birinci Dünya Savaşı’nı galip bitirmek isteyen düşman
devletler, gemileriyle Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’u almak
istiyorlardı.

Osmanlı ordusu, İngiliz ve Fransız donanmalarına karşı Çanakkale Boğazı’nda aylar süren bir dizi deniz ve kara savaşı yapmıştır.

300.000 askerimizin şehit olduğu bu savaşlar sonucunda, düşman
donanmaları ağır kayıplar vererek geri çekilmişlerdir. Çanakkale
Savaşlarının denizle ilgili bölümü, 18 Mart 1915 tarihinde, düşman
gemilerinin geri çekilmeleriyle sonuçlanmıştır. Bu nedenle, her 18 Mart
gününde Çanakkale Savaşlarını anmaktayız.
Çanakkale Boğazını geçmek isteyen İngiliz ve Fransız gemileri, 3 Kasım
1914’de boğazın iki yakasındaki birliklerimize ateş açtılar.
Birliklerimizin karşı ateşi ile geri çekilmek zorunda kaldılar. 19
Şubat 1915’de düşman donanması kesin hücuma başladı. Osmanlı ordusunun
karşı ateşi ile tekrar geri çekildiler. 18 Mart 1915’de İngiliz ve
Fransızlar 16 harp gemisi ile büyük bir hücum daha başlattı. Üç gemisi
sulara gömülen düşman donanması, tekrar geri çekilmek zorunda kaldı.
Çanakkale Boğazını gemilerle geçemeyeceklerini anlayan düşmanlarımız,
topraklarımıza karadan girmeyi denediler. İngiliz, Fransız, Avustralya,
Yeni Zelanda ve diğer bazı sömürge ülkelere ait askerler 25 Nisan 1915
günü karadan çıkarma yapmaya başladılar. Kara savaşları, 9 Ocak 1916
tarihinde son düşman birlikleri de geri çekilene kadar devam etmiştir.
6-7 Ağustos 1915 gecesi Anafartalara yapılan çıkarma harekatını Mustafa
Kemal komutasındaki birliğimiz durdurmuştur. 25 Nisan 1915 ve 9 Ocak
1916 tarihleri arasında , yaklaşık sekiz ay boyunca şiddetli kara
savaşları olmuştur.

Sevgili arkadaşlar!
Çanakkale Savaşları, Türk Tarihinin belki de en önemli savaşıdır. Daha
geniş ve ayrıntılı bilgi sahibi olmak için kaynakları mutlaka okumanızı
öneriyoruz. Bugün özgür olarak yaşadığımız bu topraklara çok kolay
sahip olmadığımızın bilinmesi gerekir.
Allah bizlere, bir daha böyle bir savaş göstermesin!
Detone
Detone

18 Mart Çanakkale Zaferi ! 1210
Erkek Terazi
Sıçan
Mesaj Sayısı : 2807
Doğum tarihi : 24/09/84
Yaş : 39
Nerden : IstanßuL [DøqußєyαzıтLı]
İş/Hobi : RECEPTION /FutßoL Müziq Araßa
İleti : IrGaT
Bilgi :
Muradiye Forum Bilgi Paylaşım PlatformuUyarı : 18 Mart Çanakkale Zaferi ! 111010
Rep Gücü : 0
Rep Puan : 0
Kayıt tarihi : 03/11/08
http://WwW.MuradiyeForum.Net

18 Mart Çanakkale Zaferi ! Empty Geri: 18 Mart Çanakkale Zaferi !

Ptsi Şub. 09, 2009 2:49 am
18 Mart Çanakkale Zaferi ! Canakkale01iz5



KINALI ALİ VE DESTANSI ÇANAKKALE ZAFERİ

Üst teğmen Faruk cepheye yeni gelen askerleri kontrol ediyor bir
taraftan da onlarla laflıyordu nerelisin gibi sorular soruyordu. Bir
ara saçının ortası sararmış bir çocuk gördü. Merakla
'adın ne senin evladım' der. Çocuk
'Ali' diye cevap verir.
Nerelisin? der. Ali
Tokat Zile’denim der.
Peki evladım bu kafanın hali ne?' Ali
'anam cepheye gelirken kına yaktı komutanım der.
Neden? der komutan. Ali
'bilmiyorum komutanım' der:
Peki gidebilirsin Kınalı Ali' der. O günden sonra herkes ona Kınalı Ali
der. Herkes kafasındaki kınayla dalga geçer. Kısa surede cana yakın ve
cesur tavırlarıyla tüm arkadaşlarının sevgisini kazanır. Bir gün
ailesine mektup yazmak ister. Ali'nin okuma yazması da yoktur
arkadaşlarından yardim ister ve hep beraber başlarlar yazmaya. Ali
söyler arkadaşları yazar
'sevgili anne babacım ellerinizden öperim ben burada çok iyiyim beni
merak etmeyin' diye başlar. Kız kardeşini kendinden bir küçük erkek
kardeşini sorar köyündekilerin burnunda tüttüğünü yazdırır. Kendilerini
merak etmemesini kendileri var oldukça düşmanın bir adim bile
ilerleyemeyeceğini yazdırır.

Gururla mektubu bitirir neden sonra aklına gelir ve yazının sonuna
anasına NOT düşer: Alinin kendisinden hemen sonra askere gelecek bir
kardeşi daha vardır. 'Anacağım kafama kına yaktın burada komutanlarım
ve arkadaşlarım benle hep dalga geçtiler sakin kardeşim Ahmet'e de
yakma onla da dalga geçmesinler der ellerinden öptüm' diye bitirir.
Aradan zaman geçer. İngilizler kati netice almak için tüm güçleriyle
Gelibolu'ya yüklenirler.
Bu cepheyi savunan erlerimiz teker teker şehit düşmüşlerdi.

Bunlara takviye olarak giden yedek kuvvetlerde yeterli olmamış onların
sayıları da epey azalmıştı Gelibolu düşmek üzereydi kınalı alinin
komutanı da olayı görüp yerinde duramıyordu. Kendisinin bölüğü henüz
sıcak temasa hazır değildi. Onlar yeni gelmişti onları insan bedeninin
sungu ve mermilerle orak gibi biçildiği bu yere dua
ediyordu.Komutanların bu düşünceli hali gören ve durumun vahametini
bilen Kınalı Ali ve arkadaşları komutanlarına yalvar yakar oraya gitmek
istediklerini söylerler. Komutanları onları ölüme gönderdiğini bile
bile çaresiz gönderir.

Kınalı Ali'nin bölüğünden kimse sağ kalmaz hepsi şehit olmuştur. Aradan
zaman geçer. Kınalı Ali'nin ailesine yazdığı mektubun cevabi gelir.
komutanları buruk ve gözleri dolu dolu mektubu açıp okumaya karar
verirler.

(bu mektubun asli Çanakkale müzesinde sergilenmektedir)

Babası anlatır. Ali' nin. 'oğlum Ali nasılsın iyi misin gözlerinden
öperim selam ederim dedikten sonra öküzü sattık paranın yarısını sana
yarısını da cepheye gidecek kardeşine veriyoruz simdi öküzün yerine
tarlayı ben sürüyorum zaten artık zahireye de fazla ihtiyacımız
olmadığı için yorulmuyorum da siz sakin bizi merak etmeyin bizi
düşünmeyin der koyu akrabalarını anlatır ve mektubu bitirir ali ananın
da sana diyeceği bir şey var' Anasını anlatır: ' oğlum ali yazmışsın ki
kafamdaki kınayla dalga geçtiler kardeşime de yakma demişsin kardeşine
de yaktım komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga geçmesinler
bizde 3 şeye kına yakarlar
1- gelinlik kıza, gitsin ailesine çocuklarına kurban olsun diye
2- kurbanlık koça, ALLAHA kurban olsun diye
3- askere giden yiğitlerimize, vatana kurban olsun diye.....
gözlerinden öper selam ederim ALLAHA emanet olun'

Mektubu okuyan Alinin komutanı ve diğerleri hıçkıra hıçkıra ağlamaktadırlar...


ALL THE KING'S MEN (KRALIN ADAMLARI) ve 1/5 NORFOLK ALAYI

1999 yılında İngiltere'de bir film yapıldı. Filmin adı "All the
King's Men" . Filmin öyküsü, Çanakkale Savaşları sırasında 12 Ağustos
1915'de Gelibolu Yarımadası'nda Küçük Anafartalar Bölgesi'nde Türklere
karşı taarruza geçen, ancak başarısızlığa uğrayıp Türkler tarafından
esir edilen ve de başlarından kurşunlanıp öldürülen bununla birlikte,
yaralı olarak ele geçirilmiş oldukları halde "fazla acı çekmesin diye
!" Türkler tarafından bir çiftlik evinde yakılan İngiliz askerleri
üzerine kurgulanmış.


Türkiye'de bilinmeyen ama, İngiltere'de son birkaç yıldır üzerinde
durulan bu olay, İngiliz kuvvetlerinden 54.Tümen, 163.Tugay ve1/5
Norfolk Alayı'na mensup Sandringham Bölüğü'nden askerlerin yaşamış
olduğu iddia edilen doğruluğu kesinlikle kanıtlanamamış bir olay.
İngiliz yetkililere göre, I.Dünya Savaşı bitiminde özellikle 1/5
Norfolk Alayı'nın askerlerinin kayıp olduğunu ve Türklerden bu
askerlerin akıbeti konusunda bilgi verilmesini istemişler. Ancak, Türk
yetkililer bu konuda bilgi verememişler. Nedeni ise, askerlerin
yukarıda bahsedilen şekilde öldürülmüş olmalarıymış. Oysa, olayın seyri
daha farklıdır. 12 Ağustos'ta Gelibolu Yarımadası'nda Küçük Anafartalar
Ovası'nda Türkler ve İtilaf kuvvetleri arasında gelişen muharebede,
İngilizlerin 163. Tugay'ı birlikleriyle, Türklere karşı taarruza
girişmişler ancak, Türklerin kuvvetli top atışları ve keskin nişancılar
(snayper) karşısında İngilizler büyük ölçüde zayiat vermişlerdir.
54.Tümen komutanı General Inglefield, 1/5 Norfolk Alayı'nın komutanı
Yarbay Sir Horace Beauchamp, Sandringham Bölüğü'nün komutanı ise
Yüzbaşı Beck'dir. İngiliz kuvvetlerine orada müdahale eden, Türk
kuvvetlerinden 36. Alay'dır. Alay Komutanı Binbaşı Münib Bey'dir.
Askeri kaynaklarda Binbaşı Münib Bey, o günkü muharebeyi anlattığı Harp
Ceridesi'nde İngiliz taarruzunun başarısızlığa uğratıldığı ve 35 esir
aldıklarını ifade ediyor. Bu esirlerden bazılarının ifadeleri de
mevcuttur. Bunlardan biri olan 3357 Sicil numaralı Er A.G.Brown (1/5
Norfolk Regt. 54 Div. 163 Brigade (East Anglian Division) yakalandıktan
sonra Türk komutanlara verdiği ifadesi şöyledir
"10 Ağustos 1915'de Tuzla Göl civarında karaya çıktım. İsmini
bilemediğim bir tepeye hücumda tepenin ancak eteğinde mecruh düşerek
12'de esir oldum. Kumandanın ismi Engelfild ( Inglefield ) idi, fakat
fırkanınkini veyahut livanın kim olduğunu bilemiyorum. Ben ancak iki
gün Anafarta'da bulunduğum için hiçbir şeyden haberim yoktur." Bu
ifade, esir olan askerlerden birine ait. Bunun gibi birkaç tane daha
ifade var. Oysa, İngilizlerin iddiası bütün hepsinin esir edildikten
sonra kafalarından kurşunlanarak öldürüldüğüdür.

Bu olayın doğruluğu henüz kanıtlanamamış olsa da şunu vurgulamak
gerekir ki, 12 Ağustos’taki saldırıda Türkler, başarılı bir şekilde
İtilaf saldırısını durdurmuşlardır. İngiliz kuvvetlerine Türk
sniperlerin müdahale etmiş olması ve savaş alanında ölenlerin
kafalarından yada başka bir yerlerinden yara alıp ölmeleri kaçınılmaz
görünüyor ki bazı İngiliz ordu mensupları da yakın bir çatışmada bunun
normal olduğunu söyleyebiliyorlar. Bununla birlikte, savaş ******'ün
dediği gibi "gerekli olmadıkça bir cinayettir" ancak, İngilizlerin
Gelibolu Yarımadası'na yaptıkları saldırılara, Türklerin vatanlarını
savunmak için müdahale etmeleri de kaçınılmazdır.
Dolayısıyla, insanlar bu yarımada üzerinde ayakta kalabilmek için
canhıraş bir mücadele vermişlerdir ve ortaya bir insanlık dramı
çıkmıştır. Norfolk Alayı'nın yaşadığı iddia edilen bu olayın belki de
bu kadar üzerinde durulması, bu alaya dahil olan Sandringham Bölüğü'nün
Kral V.George'un hizmetkarlarından oluşmuş olması ve bunların
Oglander'in kitabında anlattığı gibi Inglefield'in hazır olmayan
birlikleri, dikkatsizce gündüz ve Türklerin çok iyi savunduğu bir
bölgeyi almakla görevlendirmesi ve toplara ve keskin nişancılara karşı
ölümüne göndermesi ve belki de bu hatayı örtbas etmek için de
Türklerin, İngiliz askerlerini yakalayıp öldürdüklerini iddia etmiş
olmasıdır.
Türklerin yakaladıkları esirlere kötü davrandığı ve öldürdüğü yolundaki
hikayeler sürekli anlatılmıştır. İtilaf kuvvetlerindeki askerlere
komutanları belki de iyi savaşmalarını sağlamak için olsa gerek "aman
dikkat edin Türkler sizi yakalarsa öldürür veya yer" gibi akıl
vermişlerdir. Oysa, bilinen bir gerçek var ki, Türkler esirlerine her
zaman iyi davranmışlardır. Askerleri esir edip sonra da öldürmek ise
genelde olmayan bir davranıştır.
Özellikle Çanakkale Muharebeleri'nde Türklerin tam bir centilmen gibi
savaştığını, İtilaf kuvvet komutanları da dile getirmişlerdir. Türkler,
hasta veya yaralı bütün esirlerle ilgilenmişlerdir. Örneğin arşiv
kaynakları incelendiğinde diş problemi gibi basit bir problem yaşayan
esirlerin sağlığı için emirle dişçi göndermek, Türk komutanlarının
sıkça rastlanan centilmenliğinin bir göstergesidir. Acaba, İngiliz,
Fransız ve Ruslar da yakaladıkları esirlere böyle mi davranmışlardır?
Onlar tarafından yakalanan Türk esirler bunun tersini söylüyorlar.
Yapılacak araştırmalar, belki çok daha fazla bilgi ve gelişmeyi ortaya
koyacak ve Çanakkale Muharebeleri ve yaşananları bir kez daha gün
ışığına çıkartacak ve suçlamalara iyi bir cevap olacaktır.

Detone
Detone

18 Mart Çanakkale Zaferi ! 1210
Erkek Terazi
Sıçan
Mesaj Sayısı : 2807
Doğum tarihi : 24/09/84
Yaş : 39
Nerden : IstanßuL [DøqußєyαzıтLı]
İş/Hobi : RECEPTION /FutßoL Müziq Araßa
İleti : IrGaT
Bilgi :
Muradiye Forum Bilgi Paylaşım PlatformuUyarı : 18 Mart Çanakkale Zaferi ! 111010
Rep Gücü : 0
Rep Puan : 0
Kayıt tarihi : 03/11/08
http://WwW.MuradiyeForum.Net

18 Mart Çanakkale Zaferi ! Empty Geri: 18 Mart Çanakkale Zaferi !

Ptsi Şub. 09, 2009 2:49 am
ÇANAKKALE ZAFERİ (18 Mart)


Çanakkale Savaşları, 1. Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren,
Türk’ün gücünü dünyaya bir daha duyuran, tarihe “ÇANAKKALE GEÇİLMEZ”
sözünü yazdıran büyük bir destandır.

1. Dünya Savaşı’nın başlarında İngilizler ve Fransızlar, İtilaf
Devletlerinin üçüncüsü olan Ruslara yardım etmek için Çanakkale
Boğazı’ndan geçip Karadeniz’e ulaşmayı planlamışlardı. Amaçlarından
biri de İstanbul’u ve boğazları ele geçirmek, bu yolla Osmanlı
Devleti’ni etkisiz hale getirmekti.

İngiliz ve Fransızlar bu düşünceyi gerçekleştirmek için kurdukları
güçlü donanma ile Çanakkale Boğazı önlerine geldiler. Türk mevzilerini
yoğun bir top ateşine tuttuktan sonra boğazı geçmeye çalıştılar ( 18
Mart 1915). Ne var ki Türk topçusunun düşman gemilerini bulan isabetli
atışları ve Nusret Mayın Gemisi’nin boğaza yerleştirdiği mayınlar,
düşman filosunu geri çekilmek zorunda bıraktı. Bu arada düşman
gemilerinden bir çoğu battı, bazıları da kullanılamayacak duruma geldi.

Düşman, Çanakkale Boğazı’ndan geçemeyeceğini anlayınca, Nisan 1915’te
Gelibolu Yarımadası’na asker çıkardı. Amaçları, yarımadadaki Türk
gücünü yok etmek ve boğazı denetimi altına almaktı. İngiliz, Fransız,
Avustralya ve Yeni Zelenda askerlerinden oluşan 70 bin kişilik bir
kuvvet; asker ve silah sayısı bakımından az, fakat kahramanlıkta eşsiz
olan askerlerimize saldırdılar. Mustafa Kemal komutasında 19. Kolordu,
bu güçlü orduyu Anafartalar, Arıburnu ve Conkbayırı’nda dize getirdi.
Çanakkale’nin geçilmez olduğunu anlayan düşman, Gelibolu Yarımadası’nı
boşaltmak zorunda kaldı (1916). Askerlerimizin, kendilerinden kat kat
güçlü düşmana karşı hem karada hem de denizde kazandığı bu zafer
karşısında bütün dünya, Hayranlığını dile getirmiştir.

Çanakkale Zaferi, her yılın 18 Mart’ında bütün yurtta kutlanmakta,
başta Mustafa Kemal olmak üzere, tüm komutanları ve 251 bin
Mehmetçiğimizi saygıyla anmaktayız.
Detone
Detone

18 Mart Çanakkale Zaferi ! 1210
Erkek Terazi
Sıçan
Mesaj Sayısı : 2807
Doğum tarihi : 24/09/84
Yaş : 39
Nerden : IstanßuL [DøqußєyαzıтLı]
İş/Hobi : RECEPTION /FutßoL Müziq Araßa
İleti : IrGaT
Bilgi :
Muradiye Forum Bilgi Paylaşım PlatformuUyarı : 18 Mart Çanakkale Zaferi ! 111010
Rep Gücü : 0
Rep Puan : 0
Kayıt tarihi : 03/11/08
http://WwW.MuradiyeForum.Net

18 Mart Çanakkale Zaferi ! Empty Geri: 18 Mart Çanakkale Zaferi !

Ptsi Şub. 09, 2009 2:50 am
18 Mart Çanakkale Zaferi ! Canakkaleseyitonbasiyl9



ÇANAKKALE DESTANI

Altı asır dünyaya nizam veren bu millet, bitab düşmüştü.
Trablusgarp’tan, Balkanlar’dan çekilmiştik. Ricat, onur-gurur kırıcıydı
ama mecburduk buna... Düşman kaviydi..talih zebundu... dost vefasızdı...

Batılı; “Başka milletlerin, müdafaadan ümidi kestiği anda, Türk
milletinin taarruzu başlar!” diyor. İşte Çanakkale savaşları, bunun
destanıdır.

Bu destanda; cephaneliğin infilak etmesiyle gözlerinden olan
Memiş’in; komutanın: “Vah evladım vah! Gözlerinden mi oldun?” demesine
karşılık: “Üzülme paşam, üzülme! Bu gözler göreceğini gördükten sonra
bu hale geldi!” şeklindeki cevabı vardır.

Bu destanda; Fransız zırhlısı Büve’nin 610 mürettebatının denize
saçıldığı anda; İngiliz zırhlısı Oşin’ın, sudaki karıncalar gibi
çabalayan düşman askerlerini toplaması için ateş kesen Türk topçusunun
civanmertliği vardır.

Bu destanda; İntepe bayırında, bölüğünün tamamen bitmesine rağmen
bir mehmetçiğin, sabaha kadar dişini sıkması ve sabahleyin takviye
gelen bölük komutanına : “Akşam, batarya imamları “şehitliği”
anlatmasalardı, vallahi dayanamazdık!” Demesi vardır.

Bu destanda; yolunu şaşırıp, merkebiyle düşman içine düşen, dipçik
darbeleri altında mendilini çıkarıp: “Beni komutanınıza götürün
diyerek”, Anzak komutan karşısında da : “Bizim komutanın size selamı
var! Bunlar düşman amma deniz suyu da içemezler! Dedi. Size tatlı su
yolladı!” hilesini yapıp mukabilinde çikolata, konserve alarak
birliğine dönen, kıvrak Türk zekasının sembolü olan Saka Hüseyinler
vardır.

Bu destanda; birkaç kalas, birkaç metre halat ve 30 yardımcısıyla,
35,5 santim çapındaki 100 tonluk topu Çimenlik kalesi burçlarından
indirip Hamidiye tabyalarına nakleden 65’ini geçmiş imalat-ı harbiye
ustası Ramazan ağalar vardır.

Bu destanda Rumeli Mecidiyesi tabyasında 20 dakikalık baygınlıktan
sonra 276 kilogramlık üç mermiyi peyderpey atıp İngilizlerin Oşin
Zırhlısına boğazı dar eden ; Cevat Paşa’nın “Dile benden ne dilersen
evladım” demesine karşılık “Bir şey istemem kumandanım diyen, Paşanın
ısrarıyla “Tek tayınla doymuyorum komutanım” deyip “Çift tayın” alan ;
fakat bir süre sonra “ Herkes tek tayın yerken bu ikinci tayın
boğazımdan geçmiyor.” diyerek tayını reddeden diğergam ruhlu “KOCA
SEYYİT”ler vardır.

Bu destanda; cephanesi bitmiş geri çekilen askerlere; “Düşmandan
kaçılmaz! Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum!” diyen
Anafartalar, Conkbayırı muharebelerinin kahramanı “Mustafa Kemal”ler
vardır.

Ve yine bu destanda, ******’ün Nutuk’ta anlattığı:

“Siperler arasıdaki mesafe sekiz metre, yani ölüm muhakkak...Birinci
siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına kamilen düşüyor.İkinciler onların
yerine geçiyor...Fakat, ne kadar gıpta edilecek bir itidal ve
tevekkülle biliyor musunuz?...Öleni görüyor, üç dakikaya kadar
öleceğini biliyor, hiç ufak bir korku ve endişe göstermiyor, sarsılmak
yok... Okumak bilenlerin elinde Kur’an-ı Kerim cennete gitmeye
hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şehadet getirerek yürüyorlar.
Emin olunuz ki, Çanakkale Savaşlarını kazanan bu yüksek ruhtur.” Dediği
bu ruhu taşıyan Anadolu yiğitleri vardır.



88. yıldönümünü kutladığımız bu zaferimizin ardından şehitlerimizi
rahmetle anıyor, onlara layık olma azminde olduğumuzu ifade ediyoruz

Saygılarımla.....



ÇANAKKALE CEPHESİNDE KADIN SAVAŞÇILARIMIZ

Çanakkale Savaşları’nın henüz araştırılmayı bekleyen bir çok
siyasal, sosyal ve askeri yönünün daha olduğu bir gerçek. Örneğin; bu
savaşların bizde belki de hiç bilinmeyen bir diğer yönü, Çanakkale’de
bazı kadın Türk kadın savaşçılarının da, Mehmetçik ile birlikte
çarpıştıklarıdır.

Konuyla ilgili ilk belgesel bilgilere Avustralya ve Yeni Zelanda
arşivlerinde, Anzac askerlerinin Çanakkale’de siperlerde yazdıkları
günlük ve mektuplarda rastlanmaktadır. Örneğin, The Age adlı Avustralya
gazetesinde, 8 Eylül 1915 tarihinde şu başlıkta bir haber yer
almaktadır.

“Kadın bir keskin nişancı: ilk günkü çarpışmada vuruldu: J. C. Davies
adlı bir asker annesine yazdığı mektupta şöyle demektedir: “...
Vurulduğum 18 Mayıs günü, keskin nişancı bir Türk kızı vardı. Güzel,
iri yapılı ve 19-21 yaşları arasında görünüyordu. Günün uzunca bir
bölümünde sürekli olarak ateş etti. Gerçi bir çok adamımızı vurdu ama
gün bitiminden önce Avustralyalı bir asker tarafından vurulunca, gene
de üzüldüm. Ölüsünü ele geçirdiğimizde yanında bir Türk erkeğinin
cesedini de bulduk. Kadının vücudunda tam 52 kurşun vardı... Bu savaş
korkunç”

Arşivlerde aynı konuyu dile getiren birkaç mektup ya da günlük daha
bulunmaktadır. Gerçi bu tür haberlerin Anzak askerlerinin, zor siper
koşullarında, aylarca süren çarpışmaların yıpratıcı etkisinde
geliştirdikleri hayal ürünü şeyler olduğu da düşünülebilir. Ancak,
“Keskin nişancı Türk kadınları” ve “Türk kadın savaşçılarını” anlatan
diğer asker mektupları da incelenip, birbirleriyle
karşılaştırıldığında, anlatılanların doğru olma olasılığının çok yüksek
olduğu söylenebilir. Kısacası, Çanakkale Savaşları’nın daha birçok
yönü, genç araştırmacılarımızın çalışmalarını ve aydınlatılmayı
beklemektedir.







ALİ CENAB TÜRKLER

Ruşen Eşref ( Ünaydın), Karagah-ı Umumi Muhafız Piyade Bölüğü
Kumandanı Mülazım-ı Evvel Ruhi ile gerçekleştirdiği mülakatında
Mehmetçiğin ağzından şu hatırayı kaydeder:

Bizim mıntıka kumandanı Süvari Kaymakamı Mahmut Bey tayyarelere pek
kızar efendim. Daima ateş ettirir onlara ; katiyyen üzerimize sokmaz
onun zaten tabiatı böyledir. Bir tayyare geldi miydi,haydi ütün
bataryaya ateş ettirir.

Evet efendim; tayyare düştü. Hava hafif sisli olduğu için tabii gemiler
bu sükutu( düşüşü) görmüyorlardı. Tayyareciler kendilerini denize
attılar. Kendi gemilerini istikametine yüzmeye başladı. Bunu gören
bataryamız düşmanın kendi gemilerine iltihak etmemesi için efendim
,ateş etti ki tayyareciler geriye dönsünler. O vakit gemilerde
tayyarenin burada düştüğünü anladılar. Onlar da ateş açtılar. Tayyare
tahrip edildi. O vakit de bizim hiç olmazsa bir esire fevkalade
ihtiyacımız vardı. Çünkü düşmanın o dakikadaki vaziyetini anlamak
istiyorduk. Zira düşman Anafartalar'dan çektiği askeri Seddülbahir'e
ihraç yapmak istiyor gibi göstertiyordu. Yani açıkçası bunu blöf olarak
yapıyordu. Ve gemiler de ( eliyle işaret ederek) bakın işte böyle daima
Seddülbahir etrafında bir kavis şeklinde duruyordu.
Mıntıka kumandamız Kaymakam Mahmut Bey bu tayyarecinin neye mal olursa
olsun mutlaka kurtarılmasını istiyordu. Tayyareciler en nihayet bir
buçuk kilometre kadar sahile yakın geldiler. Tabii sahil mayın döşeli
olduğundan kimse giremiyordu.


Düşmanın vaziyetini öğrenmeye şiddetle ihtiyaç vardı. Bu
sırada bir düşman tayyaresi düşürülmüş ancak bizimkiler başka taraftan
o tarafa hala ateş etmekte idiler. Düşman tayyarecileri hem mayınlı hem
de ateş altında ölüm kalım mücadelesi vermekte idiler.
Bu noktada teessüratımı söylüyorum: o iki adam bağırıyordu. Yani
ölüyorlardı artık. Ve sahilden hala imdat umuyorlardı. Tabii bir
kumandan emir verdiği vakit süngü üzerine top üzerine gidip ölmek
vazifemizdir. İşte o vakit mıntıka kumandanı Kaymakam Mahmut Bey " Kim
girer?" diye bir sual sordu. Bu İngilizlere sırf acıdığım için düşman
olsalar da onları kurtarmak bana bir vazife-i vicdaniye oldu. Yüzmek de
bilirim.


- Nerelisiniz efendim?


- Çanakkale'liyim. Bir an evvel girmek için telaşımdan fanilayı da
çıkarmamışım. bir fanila bir iç donu kalmıştı. Daldım. O zaman
arkadaşım Mülazım Kaşif'de : "Ben de girerim " diye bendenize refakat
etti. O çocuk aynı zamanda sınıf arkadaşımdır. Şimdi Rusya'da esir
zavallı. Beraber girdik. Muttasıl düşman topları ateş ediyor.
Monitörler,karşımızdan eksilmiyor. Tayyareler tepemizde dönüyordu.
Fakat biz tabii pek alçağa düşüyorduk. Sular da biraz dalgalıydı. Ne
bizimkilerin nede onların makas atışları bizi kıstıramıyordu. Gülleler
hep ötemize berimize düşüyordu. Bize hiç ziyan vermiyordu.


Maateessüf o tayyarecilerden birisi boğuldu. Çünkü bizde
takat kalmamıştı. Ötekini kurtardık beyim. Mıntıka kumandanı Mahmut Bey
kendisini aldı. Mıntıkasına götürdü. Orada İngilizce mesaj yapıldı.
Güzel baktılar sonra Beşinci Orduya teslim edildi.


Giderken İngiliz mıntıka kumandanı Mahmut Bey 'e demiş ki:


"Türkleri şöyle cesurdurlar, böyle alicenaptırlar diye
kitaplarda okurdum. Bu defada cephede gördüm. Fakat böyle şiddetli bir
ateşe karşı bu derece fedakarlıklarını bilemezdim. Bu derecesini bir
İngiliz bile yapamaz."







"SAĞ KOLUMU KAYBETTİM AMA SOL KOLUM VAR"



Seddülbahir ve Conkbayır'ın büyük kahramanlarından biride Bombacı
Mehmet Çavuş'tu. Bu kahraman Anadolu çocuğu ,İngilizlerin siperlerimize
fırlattığı el bombalarını korkusuzca hemen yakalar,karşı tarafa
fırlatır ve zararını kendilerine dokundururdu. İngilizler bunu anlamış
olacaklar ki bombaları bir kaç sayı saydıktan sonra fırlatarak Mehmet
Çavuş 'un iadesini önlemeye çalışmışlardı. İşte böyle bir bomba Mehmet
Çavuş 'un elinde patlayarak sağ elinin bileğinden kopmasına sebep
olmuştu. Bu yiğit delikanlı vazife şuuruyla hastaneden tabur
kumandanına yazdığı mektupta şöyle diyordu:


"Sağ kolumu kaybettim, zarar yok, sol kolum var. Onunla da pekala iş
görebilirim. Beni müteessir eden ve yüne kıtama iltihak edip düşmanla
çarpışmama mani olan şey yaramın henüz kapanmamış olmasıdır.
Hastahaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için beni mazur
görünüz, affedeniz muhterem kumandanım.."





SAKA OLAYI

Çanakkale Savaşı benzersiz insanlık manzaralarına sahne olmuştur.
Muharebe esnasında taraflar karşılıklı mola vererek, yakın siperlerden
şehitlerini ve cesetleri toplamak için çıkarlardı. Bu molalarda
taraflar arasında su, sigara ve yiyecek alışverişi olurdu. Karşılıklı
yapılan bu ikramlar,savaş alanında dahi insanlık ruhunun her şeyin
üzerinde tutulduğunun kanıtlarıdır. Bir gün, 57.alayın sakası yolunu
şaşırarak düşman mevzilerine düşer. Şaşkınlığını gizlemeye çalışarak
“Beni komutanım gönderdi, bu yaz sıcağında suya ihtiyacınız vardır,
diye düşünmüş” der. Buna çok sevinen karşı tarafın askerleri de, su
dolu torbaları alıp sakanın katırını konserve ve çikolata ile
yükleyerek geri gönderirler. Bu sevecen olay, insani değerlerin milli
vasıflara nasıl işlediğini gözler önüne sermektedir.







BOMBA SIRTI OLAYI

“Bombasırtı Olayı (14 Mayıs 1915) çok önemli ve dünya harp tarihinde
eşine rastlanması mümkün olmayan bir hadisedir. Karşılıklı siperler
arasındaki mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin
hiçbirisi kurtulmamacasına hepsi düşüyor. İkinci siperdekiler yıldırım
gibi onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir
soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Bomba şarapnel,kurşun
yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve
en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok. Okuma bilenler
Kuran-ı Kerim okuyor ve Cennet’e gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler ise,
Kelime-i Şahadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar. Sıcak cehennem
gibi kaynıyor. 20 düşmana karşı her siperde bir nefer süngü ile
çarpışıyor. Ölüyor, öldürüyor. İşte bu Türk askerinde ruh kuvvetini
gösteren dünyanın hiçbir askerinde bulunmayan tebrike değer bir
örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu
yüksek ruhtur.”

Mustafa Kemal ATATÜRK
Detone
Detone

18 Mart Çanakkale Zaferi ! 1210
Erkek Terazi
Sıçan
Mesaj Sayısı : 2807
Doğum tarihi : 24/09/84
Yaş : 39
Nerden : IstanßuL [DøqußєyαzıтLı]
İş/Hobi : RECEPTION /FutßoL Müziq Araßa
İleti : IrGaT
Bilgi :
Muradiye Forum Bilgi Paylaşım PlatformuUyarı : 18 Mart Çanakkale Zaferi ! 111010
Rep Gücü : 0
Rep Puan : 0
Kayıt tarihi : 03/11/08
http://WwW.MuradiyeForum.Net

18 Mart Çanakkale Zaferi ! Empty Geri: 18 Mart Çanakkale Zaferi !

Ptsi Şub. 09, 2009 2:51 am
BİR ÇANAKKALE ŞEHİDİNİN SON MEKTUBU

Valideciğim,

Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi!
Nasihat-amiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın
ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken
aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha
takviye etti. Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum.
Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim.
Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgara
mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor
gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni,
annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.
Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem
çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı.
Nazarlarımı sola çevirdim cığıl cığıl akan dere, bana validemden gelen
mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu... Başımı kaldırdım,
gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim
sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu.
Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedasile beni teşhir
ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek
istiyordu.


İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri:
-Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.
-Pekala, dedim. Aldım baktım, sütlü çay...
-Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim.
-Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?
-Evet, dedim. Evet ne kadar güzel.
-İşte onun çobanından 10 paraya aldım.
Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim.
Fakat bu sırada düşünüyorum. Ben validemin sayesinde onun gönderdiği
para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Şevket neden
içmiyor?
Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu: "Validen kaderine küssün, ne
yapalım. O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten
içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını
tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi."
Şevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini görür.
Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka
buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. Şevket, Hilmi
de senin sayende görecektir.
O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.
Ey Allah'ım, bu ovada onun sesi be kadar güzeldi. Bülbül bile sustu,
ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu.
Herkes, her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan
bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık. O
güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm.
Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum.
Ellerimi kaldırdım, gözlerimi yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim :
-Ey Türklerin Ulu Tanrısı! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen
koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların
Halkı! Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü
böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni ulu tanıyan Türklere
mahsustur.


"Ey benim Yarabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i
celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği
ihsan eyle, ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde
sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten
kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!"
Diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes'ut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.
Dünyanın en güzel yerleri burası imiş. Yalnız bu memleketlerde düğün
olmuyor. İnşallah düşman asker çıkarır da, bizi de götürürler, bir
düğün yaparız, olmaz mı?
Kadir'e mektup yazdım.
Valideciğim, evdeki senet vesaireyi kimselere kat'iyyen vermeyin ve sorarlarsa biz bilmiyoruz deyin.
Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmış idim., bu dünya böyledir.
Fakat sen merak etme. O parayı vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister.

Valideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor, Allah razı olsun.

Oğlun
Hasan Etem
4 Nisan 1331
(17 Nisan 1915)







ANZAKLI ÖMER

1957 yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak
üzere ABD'ye giden doktor Ömer Musluoğlu görev yaptığı hastahanede
başından geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor:

"Amerika 'ya gittiğim ilk yıllar ( 1957) lisanım pek o kadar iyi
değil.Newyork'da Medical Center Hospital adlı bir hastahanede görev
almıştım. Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum
takmak,elektrokardiyoğrafi çekmek gibi işler.. Hastaya o kadar önem
veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direk olarak hasta muayenesine,
tedavisine verilmiyor. Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum.
Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam. Tahminen yetmiş beş yaşlarında.
İngilizce konuşuyorum. Kan vereceğim kolunuzu acar mısınız? Çünkü
adamcağız kanser hastası olduğu halde üstelik kansızdı. Elimde kan
torbası da var tabii ki.. pazusunu açtım. Baktım pazusunda dövme
şeklinde bir Türk bayrağı var. Çok ilgimi çekti benim. Kendisine
sormadan edemedim. Siz Türk müsünüz?

Kaşlarını yukarıya kaldırarak " Hayır " manasına işaret yaptı. Ama
ben hala merak ediyorum: Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?
"Aldırma işte öylesine bir şey dedi. Ben yine ısrarla dedim ki: “Fakat
benim için bu bayrak çok önemli. Dikkatimi çekti. Çünkü bu benim
milletimin bayrağı, benim bayrağım...”Bu söz üzerine gözlerini açtı.
Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:

“Siz Türk müsünüz?” “Evet Türk'üm....” İhtiyar gözlerime bakarak tanıdık bir göz arıyor gibiydi. Anlatmaya başladı:

“Yıl 1915. Sen hatırlamazsın o yılları. Çanakkale diye bir yer var
Türkiye'de, orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker
topluyorlardı. Ben Anzak'tım Avustralya Anzak’larından... İngilizler
bizi toplayıp dediler ki: Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp
yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda . Birlik
olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir. Biz de inandık
sözlerine vaadetlerine... Savaşmak isteyenler arasına katıldık.”
Avustralyalı Anzak ihtiyar anlatmaya devam ediyordu: “Bizim beynimizi
yıkayan ingilizler, Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını
Çanakkale'ye sevkediyorlarmış. Bizi gemilere doldurup Mısır'a
getirdiler o zaman . Mısır'da şöyle böyle birkaç ay talim gördük. Atış
talimi . Ondan sonra da bizi alıp Çanakkale'ye getirdiler. Savaşın
şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları
metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler, geceyi
gündüze çeviriyordu zaman zaman... Her taaruzunda bizden de Türklerden
de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz
Türklerdeki gayret ve cesareti uzaktan gördükçe şaşırıyorduk.
Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da
fazlaydık. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk
başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi, Türkler
barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer barbarlıktan değil, kalplerinde
ki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş . Bunu nereden anladığımı
söyleyeyim. Biz karaya çıktık. Taarruz edemiyoruz. Bizi püskürtüyorlar.
Tekrar taaruz ediyoruz. Bizi tekrar püskürtüyorlar. Tekrar taaruz
ediyoruz. Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipcik
darbesiyle kendimden geçmişim.”

Meraktan ağzım açık yaşlı Avustralyalıyı dinliyorum. Savaşın
dehşetli anılarını anlatırken hastalığına rağmen tir tir titremeye
başlamıştı. Devam etti:

“Gözlerimi açtığımda kendimin yabancı insanların arasında gördüm.
Nasıl korktuğumu anlatamam. Çünkü İngilizler bize Türkleri barbar,
vahşi kimseler olarak tanıttı ya... Ama dikkat ettim. Yaralarımı
sarmışlar. Bana hiçte öfkeli bakmıyorlar. Kendime geldim iyice bu defa
çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. iyi biliyorum ki
onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip
bana ikram ediyorlardı. Şoke oldum doğrusu. Dedim ki; kendi kendime: Bu
adamlar isteseler şu anda beni öldürürler. Ama öldürmüyorlar... Veyahut
isteseler önceden öldürebilirlerdi. Halbuki beni cephenin gerisine
götürdüler. Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla
"Yazıklar olsun bana" dedim." Böyle asil insanlarla niye ben
savaşıyorum. Niye savaşmaya gelmişim.

Bu ingiliz milleti ne yalancıymış ne kadar Türk düşmanıymış" diyerek
pişman oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki... Bu iyiliğe karşı
ne yapsam düşündüm durdum günlerce..... Nihayet bize serbest
bıraktılar. Memleketime döndüm. işte memlekette Türk milletini ömür
boyu unutmamak için koluma bu dövme Türk bayrağını yaptırdım. Bu
bayrağın esrarı bu işte”

Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti: “Talihin
cilvesine bakın ki o zaman ölmek üzere iken yaralarımı iyileştirerek,
sıhhate kavuşmama çaba sarfeden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir
yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarfeden bir Türk... Ne
garip değil mi? Avustralya 'dan Amerika'ya gelirken bir Türkle
karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Size minnettarım. Siz Türkler
gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar... Buna
bütün kalbimle inanıyorum. Peşinden nemli gözlerle "Bana adınızı söyler
misiniz? Dedi. "Ömer" cevabını verdim. Gayet merakla tekrar sordu: Peki
niçin Ömer ismini, vermişler sana ? Babam müslümanların ikinci halifesi
isminden ilham alarak bana Ömer adı vermiş. Yahu senin adın müslüman
adı mı ?

Ben "Evet, Müslüman adı" deyince yüzüme baktı baktı, birden
doğrulmak istedi. Ben mani olmak istedim. Israr etti. Ama niye ısrar
ediyordu? İhtiyarın ısrarına dayanamayıp yatakta oturmasına yardım
ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki: “Senin adın
güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Mr. Josef Miller idi.

Şimdiden sonra "Anzaklı Ömer" olsun.

"Olsun. Peki doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor
mu ?" Şaşırdım. Nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermişti.
Meğer o yaşa gelinceye kadar içten içe hep düşünüyormuş da kimseyle
konuşamadığı için , soramadığı için konuşamıyormuş.

Tabii dedim Müslüman olmak çok kolay.

Sonra kendisine imanın ve islamın şartlarını anlattım. Kabul etti.
Hem kelime-i Şahadet getiriliyor, hem de çocuklar gibi ağlıyordu.
Yaşlılık bir yandan,hastalık bir yandan bir de yıllardan beri içinde
kavuşmak isteyip de bilemediği için kavuşamadığı İslamiyet olan
hasretin sona ermesi bir yandan bu yaşlı gönlü
duygulanmıştı....Mırıldandı: Siz Müslümanlar tesbih çekersiniz bana da
bir tesbih bulsan da ben de yattığım yerden tesbih çekerek Allah'ımı
ansam olur mu?

Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında Hakk’ı
zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Neyse uzatmayayım hemen bir tesbih bulup
kendisine getirdim. Hasta yatağında tesbih çekiyor,biz de gerektiğinde
tedavisiyle ilgileniyorduk. Fakat benim için o daha bir başkalaşmıştı.
Müslüman olmuştu. Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica
etti. Beni yalnız bırakma olur mu? Ne gibi Ömer amca ? Ara sıra gel de
bana islamiyeti anlat! sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri
duydukça kalbim ferahlıyor. O günden sonra her gün yanına gittim.
Bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım.

Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tam
hatırlamıyorum . Hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum.
"Doktor Ömer! Lütfen 217 numaralı odaya gelin!" Dedim ki içimden "Bizim
Ömer amca galiba yolcu?" hemen yukarı çıktım.

Odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi: Sağ elinde
tesbih açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı,göğsünde
imanı ile ,koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu. Hemen başucuna
oturdum. Kendisine kelime-i şahadet söylettirdim. O şekilde kucağımda
teslim-i ruh etti....

Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk
milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu.

"Ne yalan söyleyeyim, ağladım."
Detone
Detone

18 Mart Çanakkale Zaferi ! 1210
Erkek Terazi
Sıçan
Mesaj Sayısı : 2807
Doğum tarihi : 24/09/84
Yaş : 39
Nerden : IstanßuL [DøqußєyαzıтLı]
İş/Hobi : RECEPTION /FutßoL Müziq Araßa
İleti : IrGaT
Bilgi :
Muradiye Forum Bilgi Paylaşım PlatformuUyarı : 18 Mart Çanakkale Zaferi ! 111010
Rep Gücü : 0
Rep Puan : 0
Kayıt tarihi : 03/11/08
http://WwW.MuradiyeForum.Net

18 Mart Çanakkale Zaferi ! Empty Geri: 18 Mart Çanakkale Zaferi !

Ptsi Şub. 09, 2009 2:51 am

BEDELİ ÇANAKKALE'DE ÖDENDİ

Askerlik vazifesi yaparken vatan uğrunda şehadet mertebesine ermek veya
gazi olmak her Türk için tabii bir şeydir. Ancak bu 45 şehit ve 150
gazinin durumu başkadır. Zira bunların istisnasız hepsi (1909 ve 1914
Askeri Mükellefiyet Kanunu gereğince) askerlik vazifesinden ya muaf ya
da maksureli (tecilli) tutulmuş gençlerdir. Bu iki kanun sultani
mektepleri talebe ve mezunları askerlik vazifesinden “maksureli” ettiği
gibi , Balkan Harbi sırasında mer’i olan 1909 kanunu da üstelik bütün
İstanbul halkını askerlik vazifesinden azade kılmaktadır. Bu şehit ve
gazilerin hepsi 17-22 yaşındayken ve bir kısmı henüz mektebin lise ve
orta kısmında, bir kısmıysa mezun ve İstanbul Darülfünunu veya Avrupa
üniversitelerinde tahsildeyken, birbirleriyle yarış edercesine askerlik
şubelerine koşmuşlar ve gönüllü olarak askere yazılmışlardı. Hatta
içlerinden Irak Cephesi’nde şehit düşen 646 Celal İbrahim seferberliğin
ilanıyla beraber geceden gidip askerlik şubesinin kapısında sabahlamış
ve “ 1 Numaralı Gönüllü” yazılmak şerefini elde emiştir. .

Galatasaraylıların bu şüheda menkıbeleri arasında dünyada eşi
bulunamayan bir tanesini (Mehmet Muzaffer’in Destanını ) Gazeteci Ziyad
Ebuzziya şöyle dile getiriyor:

Üç aylık bir talimden sonra Mehmet Muzaffer “zabit namzedi” olarak
Çanakkale’de idi. (Mart 1916) müttefik İngiliz ve Fransız kuvvetleri,
Çanakkale’ de uğradıkları mağlubiyetlerden ve verdikleri yüzellibin
zayiattan sonra Boğaz ’ı aşamayacaklarını anlamışlar , 1915’in son
haftasıyla 1916’nın ilk haftasında bütün hatları tahliye edip çıkıp
gitmişlerdi. Galatasaray Lisesi öğrencisi iken gönüllü Çanakkale
cephesine giden zabit (subay) adayı Mehmet Muzaffer Bey'in alayının
otomobillerine lastik satın almak için bir gecede (1916 yılı baharı)
yaptığı sahte 100 liranın ön yüzü. Paranın altında "bedeli Çanakkale'de
altın olarak ödenecektir" yazılıdır. Teğmenliğe yükselen bu
vatanseverimiz, 1917 yılında Gazze'de şehit düşmüştür.

Muzaffer Çanakkale’ye vardığında harp durmuştu. Zaman zaman İmroz ve
Bozcaada’da üslenmiş düşman gemileri ve uçakları bombardımanda
bulunuyorlarsa da 1915 Nisan’ın da Aralık sonuna kadar sekiz ay süren
kanlı boğuşmalarla kıyasla bu bombardımanlar “ hiç mesabesindeydi.”
Çanakkale’de ki birliklerin büyük bir kısmı Kafkas, Irak, ve Filistin
cephelerine sevk edeceklerdi. Hazırlanma ve noksanlarına ikmal emri
aldılar. Muzaffer birliğinin alay karargahında görevliydi. Alay ’ın
kamyon ve otomobil lastiği ile diğer bir takım malzemeye ihtiyacı
vardı. Bunlar ise ancak İstanbul’dan sağlanabilirdi. O devirlerde bu
gibi basit mübayalar için arttırma yapmak ilanlarda bulunmak ne adetti,
ne de bunları kaybedilecek vakit vardı. Her şey “itimat” ile yürürdü.
Muzaffer açıkgözlü ve becerikli İstanbul çocuğu olduğundan Karargah,
gerekli malzemenin temin ve mubayaasına onu memur etti. İcap eden
paranın kendisine itası içinde Erkan-ı Harbiye Riyaseti’ne hitaben
yazılı bir tezkereyi eline verdiler.

O yıllarda İstanbul’da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalardı.
Bunların lastikleri de yok denecek kadar azdı ve karaborsaydı. Muzaffer
aradı,uğraştı,nihayet Karaköy’ de bir Yahudi de istediklerini buldu.
Fiyatlar pek fahişti , ama yapacak başka bir şey yoktu. Anlaşmaya
vardı. Lazım gelen parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye’ye gitti.
Elindeki tezkereyi tediye merciine havale ettiler. Muzaffer az sonra
yaşlı b,r kaymakam Yarbay ’ın huzurundadır. Kaymakam uzatılan tezkereyi
okudu. Karşısında hazır ol da duran ihtiyat zabitine baktı. İsteyeceği
paranın miktarını sormadan ,”Ne alınacak” dedi. “ Oto kamyon lastiği”
cevabını verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer’e dik dik baktı :

“ Bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal sırtına kaput alacak
parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Haydi yürü
git ,insanı günaha sokma para mara yok!...

Muzaffer selamı çaktı dışarı çıktı. Harbiye Nezareti’nin ( bugünkü
hukuk fakültesi binası) bahçesinden dışarıya ağır ağır yürürken ne
yapacağını düşünüyordu. Malzemelere Alay ’ın ihtiyacı vardı. Elindeki(
Almanların verdiği) iki Mercedes-Benz kamyon ve iki binek arabası
lastiksizdi. Diğer malzemelerde mutlaka lazımdı. Kendisi bulur alır
diye görevlendirilmişti. Malzemeyi bulmuştu fakat para yoktu. Eli boş
dönemezdi ,bir çaresini bulmak lazımdı...

Muzaffer bunları düşüne düşüne Beyazıt Meydanı’na vardı birden durdu. Kendi kendine gülmüştü aradığı çareyi bulmuştu.

Doğru tüccar Yahudi’ nin yanına gitti:

“ Paranın tediye muamelesi akşamüstü bitecek,ezandan sonra gelip
malları alamam . gece kaldıracak yerim yok. Yarın öğleden evvel vapur
Çanakkale’ye kalkıyor, yetiştirmem lazım. Onun için sabah ezanında
geleceğim malları mutlaka hazır edin...”

Tüccar “peki” dedi. Muzaffer tam ayrılırken ilave etti.

“Altın para vermiyorlar kağıt para verecekler”

Yahudi yine “peki” dedi. Ertesi sabah Muzaffer Merkez Kumandanlığından
sağladığı araba ve neferlerle ezan vakti Yahudi’nin kapısındaydı.
Ortalık henüz ışıyordu. Tüccar malları hazırlamıştı. Hava gazı
fenerinin yarım yamalık aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi.
Muzaffer bir yüzlük kaime ( yüz liralık kağıt para) verdi. Araba
dörtnal Sirkeci ’ye yollandı. Malzeme şat’a oradan dubada bağlı gemiye
aktarıldı. Az sonra da gemi Çanakkale yolunu tutmuştu.

Üç gün sonra Yahudi elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası’na gitti. Bozmadılar zira elindeki para sahte idi.

Muzaffer, evrak-ı nakdiyelerin basımında kullanılan kağıtın aynını
Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş bütün gece oturmuş çini
mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek
nefasette taklit bir para yapmıştı. Tüccara verdiği ve yutturduğu para
buydu. O devrin hakiki paralarının üzerindeki yazılar arsında bir de şu
ibare bulunuyordu: “ Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye
olunacaktır.”Muzaffer yaptığı taklit paradaki bu ibareyi değiştirerek
şöyle yazmıştı:

“ Bedeli Çanakkale ‘de altın olarak tesviye olunacaktır.”

Onun burada altın dediği Çanakkale’de Mehmetçiğin akıttığı, altından daha kıymetli kanı idi.

Sahte paraya gelince...

Yahudi tüccar bunu mesele yapmadı. Yapmak mı istemedi, yapmaktan mı
çekindi bilinemez. Ancak olay bütün İstanbul’da yayıldı. Dünyada emsali
olmayan ve olmayacak olan bu hadise Şehzade Halim Efendi’nin kulağına
kadar gitti. Şehzade hemen lalasını göndererek Yahudi tüccarı buldurdu.
Yüzlük taklit evrak-ı nakdiyeyi bedelini altın olarak ödeyip aldı. Çok
zarif sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip,
İstanbul polis okulundaki emniyet müzesine hediye etti. Bu emsalsiz
parça müzede şeref mevkiinde muhafaza olundu.







YABANCI ASKERLERİN ANLATIMI İLE ÇANAKKALE



Çanakkale’de yaşananların o günleri yaşamış düşman askerlerinin anlatımıyla:

“Bayraklar dalgalanıyor, borular öttürülüyor ve dalgalar halinde
üzerimize geliyorlardı. Ben makinalı tüfeği sabitleştirdim ve oturduğum
yerde namluyu öne ve arkaya çevirerek ateş ediyordum. Nişan almıyordum
ama ıskalamak olanaksızdı. İki yüz metre bile yoktu aramızda. Çok
kalabalıklar ve arazinin kayalık olması nedeniyle yayılamıyorlardı. Bir
açıklıktan geliyorlardı üzerimize. Biz bu uçtaydık ve onlar da öteki
uçtan geliyorlardı. Ben ateş ediyordum, iki numaram mermi şeridini
tutuyor ve kutudan yeni şeritler çıkartıyordu. Diğerleri tüfekleriyle
ateş ediyorlardı. Ateşin etkisini göremiyorduk, sanki büyük bir nesneye
ateş eder gibiydik. Tek tek insanlar yoktu karşınızda. Her şey birden
sona erdi ve birden önümüzde kimse kalmadı...”


“Avrupa’da hiçbir asker yoktur ki, bu ifadenin altını çiziyorum,
Türklerle mukayese edilebilsin. Almanların müdafaada gayet iyi
oldukları kabul olunabilir. Fakat siperlerde onlar dahi Türklerle kıyas
edilemez. Misal olarak Gelibolu’yu zikretmek isterim. Orada bizim gemi
ateşlerimizle büyük zayiata uğrayan kıtalar, Türk olmasalardı.
Yerlerinde kalamaz ve derhal değiştirilirlerdi. Halbuki, Türkler, bütün
muharebe müddetince yerlerinde kaldılar.”


“Türklerin içinde iriyarı biri vardı, neredeyse iki
metrenin üstünde olmalıydı, bizimki de en az onun kadar iriydi. Sanırım
prestij için iri adamlarını seçmişlerdi. İkisinde de beyaz bayraklar
vardı. Ve ortada duruyorlardı.... Ben ölüleri gömenlerden biri değildim
ama siperin kenarına oturdum ve bir süre sonra yanlarına gidip Türk’e
sığır kavurması ikram ettim. Gülümsedi, çok sevinmiş göründü ve o da
bana ipe dizilmiş incir verdi. Jacko adını verdiğimiz Türk
askerlerinden ben de, bizimkilerin hepsi de pek hoşlanmıştık. Onun için
kötü bir söz söylendiğini duymadım, temiz dövüşürlerdi ve dünyanın en
cesur insanlarıydı. En yoğun ateş karşısında bile durmazlardı, adeta
fanatik insanlardı. Onlarla ateşkeste karşılaştığımızda çok esaslı
insanlar oldukları sonucuna vardık....”
Detone
Detone

18 Mart Çanakkale Zaferi ! 1210
Erkek Terazi
Sıçan
Mesaj Sayısı : 2807
Doğum tarihi : 24/09/84
Yaş : 39
Nerden : IstanßuL [DøqußєyαzıтLı]
İş/Hobi : RECEPTION /FutßoL Müziq Araßa
İleti : IrGaT
Bilgi :
Muradiye Forum Bilgi Paylaşım PlatformuUyarı : 18 Mart Çanakkale Zaferi ! 111010
Rep Gücü : 0
Rep Puan : 0
Kayıt tarihi : 03/11/08
http://WwW.MuradiyeForum.Net

18 Mart Çanakkale Zaferi ! Empty Geri: 18 Mart Çanakkale Zaferi !

Ptsi Şub. 09, 2009 2:51 am
ÇANAKKALE

Söyle Arkadaşım' dedi Anadolulu Mehmet
yanıbaşındaki Anzak erine
'nereden kopup gelmişsin,
neden çökmüş bu mahsunluk üzerine?'
'DUNYANIN ÖBÜR UCUNDAN' dedi. gencecik Anzak
'Öyle yazmışlar mezar taşıma.
doğduğum yerler öylesine uzak,
örtündüğüm topraksa gurbet bana.'
'Dert edinme arkadaşım'dedi Mehmet
'değil mi ki bizlerle birleşti kaderin,
değil mi ki yurdumuzun koynundasın ilelebet, sende artık bizdensin,
sende bencileyin bir Mehmet'

Çanakkale'de toprağının
üstü cennet altı mezar
kavga bitmiş mezarlarda
kaynaş olmuş yiten canlar.

'ya sen dedi Mehmet
oyun çağındaki İngiliz erine,
'yaşın ne senin kardeş
böylesine erken buralarda işin ne?'
'yaşım sonsuza dek onbeş'
dedi ufak tefek İngiliz eri.
'köyümde askercilik oynar
coştururdum trampetimle bizimkileri
derken kendimi cephede buldum
oyun muydu, gerçek miydi anlamadan,
bir sahici kurşunla vuruldum.
Sustu boynumdaki trampet,
son verildi böylece oyundan bozma işime
Gelibolu'da bana da bir mezar kazıldı
mezar taşıma ON BEŞİNDE TRAMPETÇİ' yazıldı.
Öyküm de künyem de bundan ibaret.'

Yağmur yağıyordu usul usul toprağa
gozyaşları düşerek üstüne sanki
damla damla ağlıyordu uzaktan uzağa
sahibini yitiren bir trampet.

'ya sizler' dedi Mehmet
dünyanın dört kıtasından
mezarlar dolusu erlere,
'hangi rüzgar savurdu sizleri
bu bilmediğiniz yerlere'
kimi İngilizdi, kimi İskoç
kimi Fransızdı, kimi Senegalli
kimi Hintli kimi Nepalli
kimi Avustralya'dan kimi yeni Zelanda'dan Anzak
gemiler dolusu asker
her biri niye geldiğinden habersiz
Gelibolu'nun oya gibi koylarından sızarak
tırmanmışlardı dağa bayıra
siper siper yara gibi yarılan toprak
mezar olmuştu savaş ardından onlara.
Kiminin BURADA YATTIĞI SANILIR
Kiminin ADI BİLİNSE DE MEZARI BİLİNMEZ
kiminin de mezar taşında
on altı on yedi on sekiz yaşında
EBEDİ İSTİRAHATE ÇEKİLDİĞİ yazılı.
Çanakkale topraklarında,
her birinin erken biten yaşam öyküsü
eski yazıtlar gibi taşlara böyle kazılı.
'Anlamaz mıyım' dedi 'halinizden kardeşler'
adına yazılı taşı bile olmayan asker
Anadolulu Mehmet
'ben de yuzyıllarca yaban ellerde
neyin uğruna bilmeden can vermişim
kendi yurdum uğruna can vermenin tadına
ilk kez Çanakkale'de ermişim.
Uğrunda can verdikce vatandı ancak
ekip biçtiğim padişah mülkü toprak
değil mi ki sizler alamasanız bile
bu topraklar almış sizi sizleri basmış bağrina
sizlere de vatan sayılır artık Çanakkale.

Savaş bitti.
Ölenler kaldı sağlar gitti
köylü köyüne döndü evli evine
kır çiçekleri geldiler akın akın
çekilen askerlerin yerine
yaban gülleri, dağ laleleri, papatyalar,
kilim kilim yayıldılar toprağa.
Siper siper
toprağın savaş yaralarını örttüler
koyunlar koruganları yuva yaptı kendine
kuşlar döndü gökyüzüne kurşunların yerine.
Çiçeğiyle yemişiyle yeşiliyle
silah yerine saban tutan elleriyle
geri aldi savaş alanlarını doğa
can geldi toprağa silindikçe kan izleri.
Yeryüzünde cennet oldu öylece
o cehennem savaş yeri
şimdi Çanakkale Gelibolu
bahçe bahce, ülke ülke
mezar dolu.

Huzur içinde uyusun
vuruştukları toprakta
kavgadan kinden uzakta
yanyan dostça yatanlar.

Bülent Ecevit



ÇANAKKALE TÜRKÜSÜ


Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni
Of gençliğim eyvah

Çanakkale köprüsü dardır geçilmez
Al kan olmuş suları bir tas içilmez
Of gençliğim eyvah

Çanakkale içinde aynalı çarşı
Anne ben gidiyorum düşmana karşı
Of gençliğim eyvah

Çanakkale içinde bir dolu testi
Anneler babalar ümidi kesti
Of gençliğim eyvah

Çanakkale'den çıktım yan basa basa
Ciğerlerim çürüdü kan kusa kusa
Of gençliğim eyvah

Çanakkale içinde sıra söğütler
Altında yatıyor aslan yiğitler
Of gençliğim eyvah

Çanakkale'den çıktım başım selamet
Anafarta'ya varmadan koptu kıyamet
Of gençliğim eyvah



BİR YOLCUYA
(Gelibolu yamaçlarında yazıldı.)

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğuldu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir.

Düşün ki, haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.

Necmettin Halil Onan



ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,

Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”

Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!

Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer

Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.

Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,

Osrtralya’yla beraber bakıyorsun ; Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.

Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.

Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...

Hani tauna da zuldür bu rezil istila...

Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,

Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,

Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına,

Maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz ...

Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.

Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,

Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.

Öteden saikalar parçalıyor afakı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,

Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer

O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de namerd eller,

Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,

Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, başa, edecek kahrına ram?

Çünkü te’sis-i ilahi o metin istihkam.

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,

Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;

Bir göğüslerse Huda’nın edebi serhaddi;

“O benim sun’-i bediim, onu çiğnetme” dedi.

Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.

Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

O, rüku olmasa, dünyaya eğilmez başlar,

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i...

Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?

“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...

Seni ancak ebediyetler eder istiab.

“Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem başına;

Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;

Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;

Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan;

Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;

Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,

Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...

Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin’i,

Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...

Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;

Sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...

Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.



MEHMET AKİF ERSOY
Detone
Detone

18 Mart Çanakkale Zaferi ! 1210
Erkek Terazi
Sıçan
Mesaj Sayısı : 2807
Doğum tarihi : 24/09/84
Yaş : 39
Nerden : IstanßuL [DøqußєyαzıтLı]
İş/Hobi : RECEPTION /FutßoL Müziq Araßa
İleti : IrGaT
Bilgi :
Muradiye Forum Bilgi Paylaşım PlatformuUyarı : 18 Mart Çanakkale Zaferi ! 111010
Rep Gücü : 0
Rep Puan : 0
Kayıt tarihi : 03/11/08
http://WwW.MuradiyeForum.Net

18 Mart Çanakkale Zaferi ! Empty Geri: 18 Mart Çanakkale Zaferi !

Ptsi Şub. 09, 2009 2:52 am
ÇANAKKALE ŞEHİTLİĞİ’NDE

Ey şimdi köyünden pek çok uzakta
Ey şimdi bir yığın kara toprakta
Uyanmaz uykuya dala yiğitler!
Şehitlik şanını alan yiğitler!
Yan yana dizilen mezarlarınız
Zemine semavi iftihar olmuş
Dünyaya kapanan nazarlarınız
Tanrının mağfiret nuruyla dolmuş

Ne alçak görünür şu fani hayat
Baktıkça samimi uzletinize
Bir anda coşarak ağlarım; heyhat!
Günahkar gözyaşım layık mı size?

Hayır, sanmayın ki bu gözyaşlarım
Kirletmek istiyor merkadinizi
Ey benim kaybolan arkadaşlarım
Ben görmek isterim bir daha sizi

Lanet gözlerimde duran gölgeye;
Ağlarım bu gölge silinsin diye
Ah, o gölgedir ki hayata tapar;
Gözümün nurunu sizlere kapar;
Beni bir vefasız riyakar yapar!
Enis Behiç KORYÜREK



ÇANAKKALE DESTANI

Yıl 1915
18'indeyiz Martın.
Kendine gel biraz!
Pek tekin değildi Çanakkale'nin suyu,
Geçilmez bu boğaz...
Geçilmez bu boğaz...
Bizi
Ne topun yıldırır,
Ne kurşunun.
Çünkü artık
Başladı cengimiz.
Er meydanında bulunmaz dengimiz...
Sen misin Mustafa Kemal'im ileri diyen?
İşte fırladık siperden.
Sırtına yüklenmiş kahraman
Seyit 276 kiloluk mermiyi,
Koşuyor bataryasına ateşler içinden.
Bu mermi denizlere gömecek Elizabet'i Buvet'i...
Yanıyor bugün Anafartalar yanıyor,
Denizler yanıyor,
Dağlar yanıyor.
Zafer bizimdir artık
Düşman zırhlıları batıyor...
Türk'üm,
Muzaffer olarak doğmuşuz bir kere.
Bir karış toprak uğruna Kimimiz şehit oluruz.
Kimimiz gazi.
Hiç değişmez bu yazı.
Dünyada her yer geçilir belki
Lâkin geçilmez Çanakkale Boğazı..

Fahri ERSAVAŞ



ÇANAKKALE

Övün, ey Çanakkale, cihan durdukça övün! Sen savaşa girince mızrakla, okla, yayla,

Ömründe göstermedin bin düşmana bir düğün. Karşına çıktı düşman çelikten bir alayla.

Sen bir büyük milletin savaşa girdiği gün, Sen topun donanmayla, tüfeğin bataryayla,

Başına yüz milletin üşüştüğü yersin. Neferin ordularla boy ölçüştüğü yersin.



Nice tüysüz yiğitler yılmadı cenk devinden, Bir destana benziyor senin bugünkü halin.

Koştu senin koynuna çıkar çıkmaz evinden. Okurken duyuyorum sesini ihtilalin.

Sen onların açtığı bayrağı alevinden, Övün, ey Çanakkale ki sen Mustafa Kemal’in

Kaç bayrağın tutuşup yere düştüğü yersin! Yüz milletle yüz yüze ilk görüştüğü yersin!

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL



SEÇME SÖZLER

“Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret
ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebelerini
kazandıran bu yüksek ruhtur.” ATATÜRK

“Harpte iki meş’um (uğursuz) şey vardır. Bunlardan biri taş duvara körü
körüne yüklenmek, diğeri kuvvetleri birtakım ayrı ve bağlantısız
harekata dağıtıp körletmektir. Biz bu iki ahmaklığı yapmanın
tehlikesiyle karşı karşıyayız.” İngiliz Başbakanı Asquith

“Ordunun yardımı olmaksızın Filo’nun başarı sağlayabileceği ümidine
kapılmıştım; fakat şimdi bu işte müşterek bir harekatın zorunlu
olduğunu anlıyorum.” Churchill

"Türkler, Çanakkale’yi zorlayan çağının en ileri tekniğine sahip güçler
karşısına adeta bir kale gibi dikilmişlerdir.” Churchill

“... Bu Türk kıtaatının cesaret, metanet ve se’bat cihetiyle takdir ve
senaya liyakati, her şüphenin fevkinde bulunmuştur. Donanmasının
ateşiyle de, en müessir surette muavenet gören pek cesur bir düşman
taarruzlarına karşı sayısız muharebelerde bu kıtaat mevkilerini
muhafaza etmişlerdir.” [439] Alman Generali Liman von Sanders

“Avrupa’da hiçbir asker yoktur ki, bu ifadenin altını çiziyorum,
Türklerle mukayese edilebilsin. Almanların müdafaada gayet iyi
oldukları kabul olunabilir. Fakat siperlerde onlar dahi Türklerle kıyas
edilemez. Misal olarak Gelibolu’yu zikretmek isterim. Orada bizim gemi
ateşlerimizle büyük zayiata uğrayan kıtalar, Türk olmasalardı.
Yerlerinde kalamaz ve derhal değiştirilirlerdi. Halbuki, Türkler, bütün
muharebe müddetince yerlerinde kaldılar.”

General Tawshend

“Çanakkale Seferi, Türk milletinin eski kudret ve kuvvetini muhafaza
ettiğini, can çekişen bir imparatorluk içinde kahraman bir milletin
varlığını meydana koydu.” General Fahri BELEN

“... Türk askerinin savaş ve dövüş hususunda haiz bulunduğu
evsafın bidayette layikiyle takdir edilmemiş olması, İngilizler için
felaket olmuştur.... Türk askerinin ne yaman muharip
olduğunu,İngilizler kendileriyle dövüştükten sonra anlamışlardır.”İngiliz General Oglander

“Yenilmez İngiliz donanmasının uğradığı akıbetten komutanlar değil,
strateji kurallarını ihmal eden devlet adamları sorumludur. Boğazlar ve
Trakya bölgesinde altı Türk kolordusu varken, donanmayı tahkim edilmiş
bir Boğaz’dan geçirmek ve Boğaz kıyıları işgal edilmeden beş tümenlik
bir kuvvei seferiyeyi İstanbul’a getirmek planının şansı çok azdı.”

General Fahri BELEN

“Çanakkale Savaşları, Avustralya ordusunun gelişimine birçok etkide
bulunmuştur. İlk olarak Avustralya ordusu kuvvetlerinin bir yabancı
tarafından değil, bir Avustralyalı subay tarafından idare edilmesini
temin edecek bir uygulamaya başlanmıştır. Ve Çanakkale olayları, bu
uygulamayı başlattı.” Avustralyalı Yarbay D. M. HORNER

“Çanakkale Savaşları, modern savaş tarihinde birleşik kara ve deniz
savaşlarının başlangıcı ve ilk örneğidir.” Japon Prof. Dr. Em. Krg. Hideo MIKI
Sayfa başına dön
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz