Muradiye Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Aşağa gitmek
Detone
Detone

Bitkilerle Tedavi (Fitoterapi) 1210
Erkek Terazi
Sıçan
Mesaj Sayısı : 2807
Doğum tarihi : 24/09/84
Yaş : 39
Nerden : IstanßuL [DøqußєyαzıтLı]
İş/Hobi : RECEPTION /FutßoL Müziq Araßa
İleti : IrGaT
Bilgi :
Muradiye Forum Bilgi Paylaşım PlatformuUyarı : Bitkilerle Tedavi (Fitoterapi) 111010
Rep Gücü : 0
Rep Puan : 0
Kayıt tarihi : 03/11/08
http://WwW.MuradiyeForum.Net

Bitkilerle Tedavi (Fitoterapi) Empty Bitkilerle Tedavi (Fitoterapi)

Cuma Kas. 28, 2008 5:31 am
Hazırlayanlar :Dr. Kerem Gün, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Anabilim Dalı

Prof.
Dr. M. Zeki Karagülle, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi
Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Anabilim Dalı Başkanı

Bitkileri kullanarak hastaları tedavi
etmek yaklaşımı şeklinde açıklanabilen “fitoterapi” teriminin ilk
kez, 1870-1953 yılları arasında yaşamış Fransız hekimi Henri Leclerc tarafından
La Presse Medical adlı dergide kullanıldığı iddia edilmiştir. Oysa, bu
tarihten çok önceleri, her ne ad altında olursa olsun, bitkilerin sağlığı
korumak veya geri kazanmak için tarihin her döneminde, her toplum tarafından
kullanıldığını görmekteyiz.

Bu konuda ilk yazılı belge olan M.Ö.3000
yıllarına ait Ninova Tabletleri, Mezapotamya' da kurulan Sümer, Akat, Asur
medeniyetlerinde bitkisel ve hayvansal ilaçlarla tedavilerin mevcut olduğunu
kanıtlamaktadır. M.Ö. 2500 yıllarında Çin Tıbbıyla paralel bir gelişme
içinde olan Hint Tıbbının önemli temsilcilerinden, günümüzde halen geçerliliğini
sürdüren bir tıp akımına (Ayurveda Tıbbı) isim veren, Rig Veda, eserlerinde
1000'e yakın şifalı bitkiden bahsetmiştir. M.Ö. 1500 yıllarına ait Eber
Papiruslarında Mısırdaki bitkisel tedaviler ve mumyalama teknikleri anlatılmış,
o günlerde yaygın olan amipli dizanteriye (kanlı ishal) karşı koruyucu olduğuna inanılan
soğan ve sarımsağın, günlük yemeklerinde yeterli miktarda olmaması nedeniyle
piramit inşasında görev alan işçilerin çalışmayı reddettiklerinden bahsedilmiştir.
Yunan Tıbbının önemli isimlerinden Eskulap ve modern tıbbın temeli olarak
kabul edilen Hipokrat kitaplarında 400'e yakın bitkisel ilacı anlatmıştır.
Bizans döneminde Diascorides 'İlaçlar Bilgisi' adlı kitabı yazmış, bu kitapta
Anadolu ve Doğu Ülkelerinin tıbbi bitkileri hakkında bilgilere yer vermiştir.
İslam Uygarlığı döneminde, 200'e yakın şifalı bitkiden bahseden, bir kopyası
Orhan Gazi Kütüphanesinde bulunan Kitab-al Saydalafi al Tıp adlı kitabın
yazarı Ebu Reyhan, 1650' li yıllara kadar referans kitap olarak kabul edilen
800 hayvansal ve bitkisel tedaviden bahseden 'Tıp Kanunu' adlı eseri yazan
İbn-i Sina (Avicenna) ve Al Gafini bitkisel tıp konusunda önemli eserlere
imza atmışlardır. 16. yüzyıldan sonra Avrupa'da John Gerard, John
Parkinson ve Nicholas Culpeper gibi hekimler/eczacılar da bitkilerle tedaviler
üstünde çalışmışlardır.

Aynı dönemde (günümüzde hala bazı
kesimlerde destek bulan) The Doctrine of Signature (işaret doktirini) teorisi
ortaya atılmıştır . Bu teoriye göre bitkinin şekli ve rengi, tıbbi etkilere
işaret etmekteydi. Örneğin kalbe benzeyen bir bitki kalp hastalıklarında,
kırmızı renkli bir diğeri kan hastalıklarında kullanılmaktaydı.

19-20 yüzyıllarda kimya ve biyokimya
bilimlerindeki gelişmeler ilaç sanayisine büyük bir ivme kazandırmış, bu
sayede etkinlik, zararsızlık ve kalite prensipleri benimsenerek analitik,
toksikolojik, farmakolojik ve klinik çalışmalar sonucu, laboratuarlarda
tıbbın ihtiyaçlarına cevap veren pek çok ilaç geliştirilmiştir. Yine de,
özellikle geçtiğimiz yüzyılda üretilebilen ilaçların birçoğu ancak bitkisel
kökenli olabilmiştir. Örneğin söğüt kabuğundan üretilen asprin, yüksükotundan
elde edilen digoksin, kınakına bitkisinden çıkarılan kinin, haşhaştan elde
edilen morfin gibi. Günümüzde ise mevcut ilaçların 1/4' i bitkisel kökenlidir
ve bunların bir çoğunda bitkiden elde edilmek istenen etken madde,
laboratuar ortamında kopya edilmektedir.

Son yıllarda sentetik ilaçlarla meydana
gelebilen ciddi yan etkilerin yol açtığı medikal ve ekonomik sorunlar,
“yaratıcıları” arasında uluslar arası ilaç sanayiinin de yer aldığı, endüstrileşmiş
ülkelerdeki çevre kirliliğinin güçlendirdiği ekolojik yaklaşımlar ve hareketler,
küratif tedavileri henüz mümkün olmayan bir çok kronik hastalığın oluşturduğu
tehdit ve doğallığın her zaman etkili ve yan etkiden arınmış olduğu düşüncesi
gibi bir çok faktöre bağlı olarak bitkisel tedavi tekrar popüler
hale gelmiştir. 1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde bitkisel ilaçların
satışının bir önceki yıla göre %59 'luk bir artış göstermiş olması , hastaların
%3-5’lik bir bölümünün temel tedavi olarak sadece bitkisel tedavi alıyor
olması, bu tedaviler için yalnız Amerika’da yılda 3,24 milyar dolar,
İngiltere'de 40 milyon sterlin harcanması, Dünya Sağlık Örgütü’nün insanların
%80'inin doğal tedaviye inandığını açıklaması bu popülaritenin iyi bir
göstergesidir. Halen bitkisel ilaçlara gönül veren bir çok hasta bitkisel
ilacını, aktardan aldığı bitkiden veya bitki parçalarından
kendi mutfağında hazırlar ve genelde doktora veya diğer bir uzmana danışmadan
kullanır. Diğer yandan, sentetik ilaç üretimi kalitesinde
ve standartlar temelinde bitkisel ilaç üreten firmaların sayısı da giderek
artmaktadır.


Herbalistler (bitkisel tedavi uzmanları)
bitki tedavisinde, sadece etken maddenin izole edilip verilmesini amaçlayan
tedavinin aksine, maksimum etkinin bir bütünsellik içinde
ortaya çıktığını, bitkinin tüm bileşenlerinin olumlu etki üzerinde bir
payı olduğunu savunurlar. Onlara göre saflaştırılmamış bitkinin kullanımı,
bitkiyi oluşturan maddelerin birbirini nötralize etmesi sebebiyle yan etki
olasılığını azaltmaktadır.

Ancak, unutulmamalıdır ki, doğal olan
her zaman güvenli olan demek değildir. Pek çok bitki yüksek derecede toksiktir
ve diğer komplemanter tedavi yöntemleri içinde fitoterapi yan etki ve toksisite
yönünden çok daha fazla risk taşır. Yapılan bir araştırmada, Kuzey Amerika’da
bitkilerden zehirlenenlerin sayısının hayvanlar tarafından yaralananlardan
daha çok olduğu ortaya konmuştur. Literatürde ise kullanılan şifalı bitkilerin
bir kısmının hepatotoksik (karaciğere toksik) olduğunu kanıtlayan çeşitli çalışmalar ve zaman
zaman ölümcül olduğunu gösteren vaka sunumları bulmak mümkündür. Bu tür
bir tedavinin direkt toksik etkisinden başka, hastanın kullandığı diğer
konvensiyonel ilaçlarla tehlikeli boyutlarda etkileştiği bilinmektedir.
Tabloda bu etkileşimlerden en iyi bilinenler gösterilmiştir.

Çeşitli kuruluşlar bu denli toksik
olabilen ve bir o kadar da rağbet gören şifalı bitkilere belli standartlar
getirmeye ve fitoterapiyi bir “ototerapi” (kendi kendine tedavi) olma şeklinden çıkarmaya çalışmışlardır.
Bu tür girişimlerin en çok yapıldığı ülke İngiltere’dir. Exeter Üniversitesi
ve Ulusal Medikal Herbalist Enstitüsü, uygulayıcılar tarafından bildirilen
yan etkilerin kaydedildiği bir veri bankası olan ‘yeşil kart’ sistemini
oluşturmak için çaba sarfetmektedir. Yine aynı enstitü ve diğer bazı merkezler
patoloji, biyokimya, farmakoloji, farmakognozi, fizyoloji, botanik, beslenme,
klinik tanı ve diğer komplemanter tedavi yöntemlerini kapsayan 4 senelik
bir kurs düzenlemekte ve mezunlarına tüm ülkede geçerli herbalist diploması
vermektedir. Benzer çalışmalar Amerika ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde
de yapılmaktadır.


Peki bu kadar çabanın amacı nedir?
Amerika'da Ulusal Kanser Enstitüsü tarafından, kanserde etkili tedaviyi
bulmak için yapılan araştırmalarda son 10 yılda incelenen 53.000 maddenin
37.500' ünün bitki (36.000 tanesi kara, 1500 tanesi deniz bitkisi) olması,
1983-1993 yılları arasında tanımlanan ilaçların %40' nın bitkilerden köken
alması ve bunların Amerika'da reçete edilen ilaçların %50' sini oluşturması,
Almanya'da 7. en çok satan reçeteli ilacın lisanslı Hypericum Perforatum
(Sarı Kantaron) preparatı olması tıp çevrelerinin,
her ne kadar fitoterapiyi alternatif tıp metotları içinde kabul etseler
de, bitkisel 'şifaya' inandıklarını göstermektedir.

Sonuçta, bir tarafta tüm temellerini
bilimselliğe oturtmuş günümüz tıbbı, diğer tarafta bilimsellikten/kaliteden
uzak kaynaklara dayanılarak, uzman kontrolü olmadan başlanan, standartları
belirlenmemiş ilaçlarla yapılan tedavileri bünyesinde bulunduran fitoterapi.
Bu manzarada, ikisi arasında çizilmiş hassas sınırı da yadırgamamak gerekir.

Son yıllarda bu durumu değiştirmek
için, uluslararası kabul görmüş dergilerde de yayınlanan, bitkilerin etkinliğini
kesin olarak ortaya koyan bazı bilimsel çalışmalar yapılmıştır:

Bu çalışmalara rağmen fitoterapi hala
güvenliği ve etkinliği tam olarak kanıtlanamamış bir tedavi yöntemidir.
Bu yüzden bir bitkisel ilacı reçete ederken veya insanları bu konuda bilgilendirirken
basit ancak önemli birkaç kuralı unutmamak gerekir :





  • Bitkisel tedaviyi ciddi hastalıklarda
    kullanmayın


  • Gebeyseniz veya gebe kalmayı düşünüyorsanız
    bitkilerden uzak durun


  • Bebek emziriyorsanız bitkisel ilaç
    almayın


  • Bebeğinize bu tür ilaçları kesinlikle
    vermeyin


  • Alkol alıyorsanız veya geçirilmiş
    bir sarılık öykünüz varsa,doktorunuza danışmadan bitkisel tedavilere yaklaşmayın


  • Bitkileri güvenilir yerlerden alın

  • Etiketsiz veya etiketinde içerdiği
    maddeler belirtilmemiş bitki paketleri almayın


  • Etiketinde ne yazarsa yazsın doğruluğuna
    %100 inanmayın: Paket listelenmemiş yabancı maddeler içerebilir ve belirtilen
    maddelerin konsantrasyonları farklılık gösterebilir.


  • Hiçbir preparatı uzun süre, düzenli
    bir şekilde kullanmayın


  • Başka bir ilaç kullanıyorsanız
    doktora başvurmadan bitkisel ilaca başlamayın




Sonuç
olarak bitkiler bahçemizi süsler, soframıza renk, hayatımıza ilginçlik
ve estetik bir tat katar, kimisi iyi bilinir, kimisi ekzotiktir. Bir kısmı
terapötik olabilir ama hepsinin toksik olma riski vardır.
Sayfa başına dön
Similar topics
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz